Canlı türleri, yeryüzü katmanlarında evrimcilerin iddia ettikleri gibi bir sırada dizilmiş olsalardı bile, bu evrim teorisinin bir delili olmazdı...
Fosil Kayıtlarında Canlı Türlerinin Belli Bir Sırada Bulunduğu ve Bunun Evrimin Kanıtı Olduğu İddiası Doğru Değildir
UBA yazarları, evrim teorisine körü körüne bir inançla bağlı oldukları için, evrim teorisi aleyhindeki kanıtları dahi teori lehinde yorumlayabilmektedirler. Bunun bir örneği, fosil kayıtları hakkındaki yorumlarıdır: UBA'ya göre canlı türleri yeryüzü katmanlarında belli bir sırada bulunmaktadır ve birbirine benzer olan türler, katmanlarda birbirlerinin ardı sıra dizilmişlerdir. Evrimciler ise bunu evrim teorisinin bir delili olarak göstermektedirler.
Ancak bu açıklama son derece yanıltıcıdır ve fosil kayıtlarının gerçek mesajı tamamen görmezden gelinerek ileri sürülmüştür.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, canlı türleri, yeryüzü katmanlarında evrimcilerin iddia ettikleri gibi bir sırada dizilmiş olsalardı bile, bu evrim teorisinin bir delili olmazdı. Böyle bir dizilimin evrim teorisi lehine bir delil sayılabilmesi için, birbirlerinden evrimleştikleri iddia edilen canlı türleri arasında ara geçişi sağlayan canlıların fosillerinin de yeryüzü katmanlarında bulunmuş olması gerekirdi. Oysa, önceki bölümlerde incelendiği gibi bu tür ara formlara kesinlikle rastlanmamıştır. Dahası, fosil kayıtları dışında morfoloji, genetik bilimi, biyokimya gibi bilim dalları da bu tür geçişlerin mümkün olduğunu delillendirmiş olmalıydı. Ancak bu bilim dalları canlı türlerinin birbirlerine evrimleşerek türemelerinin imkansız olduğunu göstermektedir. Sonuç olarak, yeryüzü katmanlarında evrimcilerin iddia ettikleri gibi bir fosil sırası olsaydı bile, bu, evrim teorisini kanıtlamazdı.
Olayın kuşkusuz asıl önemli yönü ise, ortada UBA'nın sözünü ettiği gibi evrimsel bir doğa tarihi olmayışıdır. Yaklaşık 550 milyon yıl önce gerçekleştiği belirlenen Kambriyen patlaması, canlılığın yeryüzünde evrimsel bir gelişmeyle değil, aniden ve kompleks yapılarla ortaya çıktığının çok açık bir göstergesidir. UBA yazarları, dikkat çekecek şekilde kitapçıkta bir kez bile Kambriyen patlamasından söz etmemektedirler. Oysa bu kitapçığın Yaratılışı savununlara cevap olarak hazırlandığı iddia edilmektedir. Yaratılışı savunanların evrimcilere yönelttikleri ve evrim teorisinin en önemli çıkmazlarından biri olarak gündeme getirdikleri konuların başında Kambriyen patlaması gelmektedir.
Bugün bilinen tüm hayvan filumları, yeryüzünde aynı anda, Kambriyen devri olarak bilinen jeolojik dönemde ortaya çıkmışlardır. Kambriyen devri, yaşı 570-505 milyon yıl olarak hesaplanan 65 milyon yıllık bir jeolojik dönemdir.
Ana hayvan gruplarının ani ortaya çıkış süresi Kambriyen döneminin, genellikle "Kambriyen patlaması" olarak bahsedilen daha da kısa bir dönemine rastlamaktadır. Stephen C. Meyer, P. A. Nelson ve Paul Chien detaylı bir literatür araştırmasına dayanan, 2001 tarihli makalelerinde, "Kambriyen patlaması jeolojik zamanın, 5 milyon yıldan fazla sürmeyen, fazlasıyla dar bir zaman aralığında oluşmuştur" (Stephen C. Meyer, P. A. Nelson, and Paul Chien, The Cambrian Explosion: Biology's Big Bang, 2001, s. 2..) demektedirler.
Bu devirden önceki fosil kayıtlarında, tek hücreli canlılar ve çok basit birkaç çok hücreli dışında hiçbir canlının izine rastlanmaz. Kambriyen devri gibi son derece kısa bir dönem içinde ise (beş milyon yıl, jeolojik anlamda çok kısa bir zaman dilimidir) bütün hayvan filumları, tek bir eksik bile olmadan bir anda ortaya çıkmışlardır! Science dergisinde yayınlanan 2001 yılına ait bir makalede, "yaklaşık 545 milyon yıl önce yaşanan Kambriyen Devri'nin başlangıcı, bugün hala canlı dünyaya hakim olan neredeyse tüm hayvan tiplerinin (filumların) fosil kayıtlarında aniden ortaya çıkışına sahne oldu" denmektedir. Aynı makalede, böylesine kompleks ve birbirinden tamamen farklı canlı gruplarının evrim teorisine göre açıklanabilmesi için, önceki devirlere ait çok zengin ve aşamalı bir gelişimi gösteren fosil yatakları bulunması gerektiği, ama bunun söz konusu olmadığı şöyle açıklanmaktadır:
Bu farklılaşmalı evrim ve yayılış da, kendisinden daha önce yaşamış olması gereken olan bir grubun varlığını gerektirir, ama buna dair bir fosil kanıtı yoktur. (Richard Fortey, The Cambrian Explosion Exploded?, Science, Cilt 293, No 5529, 20 Temmuz 2001, s. 438-439)
Kambriyen kayalıklarında bulunan fosiller, salyangozlar, trilobitler, süngerler, solucanlar, deniz anaları, deniz yıldızları, yüzücü kabuklular, deniz zambakları gibi çok farklı canlılara aittir. Bu tabakadaki canlıların çoğunda, modern örneklerinden hiçbir farkı olmayan, göz, solungaç, kan dolaşımı gibi kompleks sistemler, ileri fizyolojik yapılar bulunur. Bu yapılar hem çok kompleks, hem de çok farklıdır. Hiçbir evrimsel ataları olmadan, aniden ortaya çıkmışlardır.
Kambriyen Devri'nde ortaya çıkıp çıkmadığı uzun zaman tartışılan tek filum, omurgalıların da içinde bulunduğu Chordata'dır. Ancak 1999 yılında elde edilen iki balık fosili, bu konudaki evrimci tezi de yıkmıştır. Kambriyen Devri'ne ait olan ve Haikouichthys ercaicunensis ve Myllokunmingia fengjiaoa diye adlandırılan bu balıklar, tam 530 milyon yıl yaşındadır. Ünlü paleontolog Richard Monastersky tarafından "Waking Up to the Dawn of Vertebrates" (Omurgalıların Ortaya Çıkışına Uyanış) başlığıyla yazılan bir haberde, bu bulgunun önemi şöyle açıklanır:
Paleontologlar omurgalıları, uzun zamandan beridir evrim tarihine, ilk baştaki patlama ve heyecan dindikten sonra katılan bir grup olarak kabul edegelmişlerdir. Ancak Çinli paleontologlar, omurgalıların kökenini, neredeyse tüm diğer hayvan gruplarının fosil kayıtların da ortaya çıktığı güçlü biyolojik patlamaya kadar götüren iki balık fosili buldular. Yunnan bölgesindeki 530 milyon yıllık kayalar içinde saklı olan bu kalıntılar bilinen en eski balıklara aitler ve bilinen diğer en eski omurgalı fosillerden en az 30 milyon yıl daha yaşlılar. (R. Monastersky, "Waking Up to the Dawn of Vertebrates", Science News, Vol. 156, No. 19, 6 Kasım 1999, s. 292.)
Kambriyen Devrinde omurgalı hayvanların da ortaya çıktığını ispatlayan bu kanıt, yaşam tarihini evrimsel bir şemaya oturtma yönündeki umutları daha da çıkmaza sokmuştur.
Darwinizm'in dünya çapındaki en önemli eleştirmenlerinden biri olan Berkeley, California Üniversitesi profesörü Philip Johnson, paleontolojinin ortaya koyduğu bu gerçeğin, Darwinizm'le olan açık çelişkisini şöyle açıklamaktadır:
Darwinist teori, canlılığın bir tür "giderek genişleyen bir farklılık üçgeni" içinde geliştiğini öngörür. Buna göre canlılık, ilk canlı organizmadan ya da ilk hayvan türünden başlayarak, giderek farklılaşmış ve biyolojik sınıflandırmanın daha yüksek kategorilerini oluşturmuş olmalıdır. Ama hayvan fosilleri bizlere bu üçgenin gerçekte baş aşağı durduğunu göstermektedir: Filumlar henüz ilk anda hep birlikte vardır, sonra giderek sayıları azalır. (Phillip E. Johnson, 'Darwinism's Rules of Reasoning', Darwinism: Science or Philosophy, Foundation for Thought and Ethics, 1994, s. 12 )
Philip Johnson'ın belirttiği gibi, filumların kademeli olarak oluşması bir yana, tüm filumlar bir anda var olmuşlar, hatta ilerleyen dönemlerde bazılarının soyu tükenmiştir.
Dolayısıyla UBA yazarlarının neden Roger Lewin'in "hayvanların tüm tarihindeki en önemli olay" (R. Lewin, Science, vol. 241, 15 Temmuz 1988, s. 291 .) olarak tarif ettiği, Kambriyen patlamasından bahsetmediklerini de anlamak mümkündür: Ne UBA yazarlarının ne de bir başka evrimcinin Kambriyen patlaması hakkında söyleyebileceği bir şey yoktur. Bu nedenle bu olayı -ya da bunun gibi evrim teorisini çürüten diğer açık delilleri- görmezden gelmeyi tercih etmektedirler.
"Hiç Kimse Evrimleşmeyi Görmemiştir" Konusundaki Yanılgılar
UBA yazarları, Yaratılışçıların özel tezlerinden birinin "hiç kimse evrimleşmeyi görmemiştir" şeklinde olduğunu öne sürmektedirler. Oysa bu Yaratılışçıların özel tezlerinden biri değildir, sadece birkaç kişinin öne sürdüğü bir iddia olabilir. Biz evrim teorisini çürütürken, hiçbir zaman "evrim teorisi doğru değildir, çünkü hiç kimse evrimleşmeyi görmemiştir" gibi bir iddiada bulunmamaktayız. UBA yazarlarının da belirttiği gibi, evrim teorisinin kanıtlanması için, evrimleşmenin gözlemlenmesi gerekmez, ancak eğer evrim teorisi doğruysa bunun sonuçlarının veya mekanizmalarının gözlemlenmiş olması gerekir. Eğer evrim yaşandıysa, fosil kayıtlarında canlıların birbirlerinden türediklerini gösteren ara geçiş formlarını bulmalıydık, genetik analizler evrimsel akrabalığı olduğu iddia edilen canlıların genetik yapılarının da birbirlerine yakın olduğunu diğerlerinin ise çok farklı olduğunu göstermeliydi, genetik ve morfolojik benzerlikler temel alınarak kurulan soyağaçları birbirleriyle uyumlu olmalıydı, kompleks yapıların rastlantısal mekanizmalarla nasıl oluşabildiği açıklanabilmeliydi, mutasyonların canlıların genetik bilgilerini artırdığı laboratuvar deneylerinde gözlemlenmiş olmalıydı… Ancak, kitap boyunca da incelendiği gibi ne doğa tarihi, ne biyoloji, morfoloji, paleontoloji, mikrobiyoloji, biyokimya, genetik gibi bilim dalları, evrimin yaşandığına dair sonuçlar sunmamaktadır. Aksine, tüm bu bilim dallarında elde edilen sonuçlar, canlıların ayrı ayrı yaratılmış olduklarına dair deliller sunmaktadır. Sonuç olarak, Yaratılışı da gözlemlememiz mümkün değildir, ancak söz konusu bilim dallarında yapılan araştırma ve deneyler sonucunda elde edilen veriler canlıların yaratıldıklarını açıkça göstermektedir.
Evrimin İşlediğine Dair Günlük Hayattan Verilen Örnekler Birer Aldatmacadır
UBA yazarları, evrimin işlediğine dair günlük hayatta birçok örnek olduğunu öne sürmekte ve şu örnekleri vermektedirler: Bakterilerin antibiyotik direnci, böceklerin DDT direnci, sıtma asalaklarının ilaçlara karşı direnç kazanmaları. (Bilim ve Yaratılışçılık, s. 21)
Bakterilerin zaman içinde antibiyotiklere direnç kazanmalarının evrimle bir ilgisi olmadığını, önceki sayfalarda mutasyon konusu dahilinde incelemiştik, bu nedenle burada tekrar etmeyeceğiz. Böceklerin, ilaçlara direnç kazanmaları da benzer şekilde evrimin bir delili değildir.
Böcek ve sineklerin DDT bağışıklığı evrimin delili değildir
Her ne kadar evrimciler, sineklerin ve böceklerin DDT gibi ilaçlara direnç kazanmalarını evrim teorisinin bir delili gibi göstermeye çalışsalar da, gerçek böyle değildir. Böcekleri ve sinekleri böcek ilacına dirençli hale getiren bir mutasyondur. Ancak bu mutasyon, evrim teorisi lehine bir delil oluşturmamaktadır.
Bunu incelemeden önce, DDT'nin böcekler üzerinde nasıl bir etkisi olduğunu kısaca özetleyelim. DDT'nin bir molekülü, kendisini böceğin sinir hücrelerinin zarının belirli, uygun bir alanına bağlayarak hareket eder. Bu şekilde sinirin normal bir şekilde işlev görmesini engeller. Böceğin sinir hücreleri üzerine yeteri kadar DDT molekülü bağlandığında, sinir sistemi yıkılır ve böcek ölür. (R.W. Beeman, 'Recent advances in the mode of action of insecticides', Annual Review of Entomology, 1982, vol. 27, s. 253-281)
Peki bir böcek DDT'ye karşı nasıl dirençli hale gelir? DDT'ye karşı hassasiyetini kaybederek... Bu kayıp DDT molekülünün bağlandığı sinir hücresindeki alanı değiştiren, DDT molekülünün bağlanmasını engelleyen bir mutasyonun sonucudur. (K. Tanaka, J. G. Scott, F. Matsumura, 'Picrotoxinin receptor in the central nervous system of the American cock-roach: its role in the action of cyclodiene-type insecticides.', Pesticide Biochemistry and Physiology, 1984, vol. 22, s. 117-127) DDT ve sinir hücresi arasındaki eşleşmeyi bozacak her tür mutasyon böceği dirençli hale getirecektir. Bakteride olduğu gibi, sinir hücresi proteininin belirli bir amaca yönelik işlevselliğini azaltarak da direnç kazanabilir.
İşte evrimciler, böceğin mutasyon yoluyla direnç kazanmasını evrim teorisine delil olarak göstermektedirler. Oysa göz ardı ettikleri veya bilerek görmezden geldikleri önemli bir nokta bulunmaktadır: Bir protein içindeki bir amino asidin değiştirilmesi çoğunlukla o proteinin işlevlerini etkiler. Proteindeki bu değişiklik bir yandan canlının DDT gibi zehirlere karşı direnç kazanmasını sağlarken, diğer yandan zarar görmesine, bazı işlevlerini veya özelliklerini kaybetmesine neden olur. Elbette ki söz konusu ilaç var olduğu sürece canlı, başka bir açıdan daha az uygun olmak pahasına direnç kazanmakta ve hayatta kalabilmektedir. Ancak ilaç ortadan kalktığında, dirençli olmayan tür, yine daha avantajlı hale gelecektir.
İngiltere Hertfordshire'daki Rothamsted Araştırma Merkezinde, M.W. Rowland Dieldrin dirençli hale gelen sivrisineklerin, diğer böceklerden daha az aktif ve uyarılara karşı daha yavaş cevap verir hale geldiklerini rapor etmiştir. (M. W. Rowland, 'Fitness of insecticide resistance', Nature, 1987, vol. 327, s. 194) Bu sineklerin böcek ilaçlarına direnci, "daha miskin" bir sinir sistemi pahasına elde edilmiştir. Moleküler seviyedeki bilgi kaybı bu durumda böceğin performansında bir kayıp olarak ortaya çıkmaktadır.
Dolayısıyla böcek ilaçlarına karşı direnç sağlayan mutasyonları bir evrim örneği olarak görmek büyük bir yanılgıdır. Bu gibi direnç mekanizmalarının özelliği, böceklerin veya bakterilerin yapısında bir bozulma meydaha getirerek, zehirlerin veya antibiyotiklerin etkisini engellemeleridir. Bu işlem direnç sağlar, ama böcekte veya bakteride genetik bilgi artışı sağlamaz. Aksine, gözlemlenen örneklerde direnç kazancının hep başka yönden kayıp getirdiği tespit edilmiştir. Dolayısıyla ortada bir evrim yoktur. Bakterilerin antibiyotik direnci ve böceklerin DDT direnci gibi konular evrim teorisine bir delil oluşturmamaktadır.
UBA yazarları, evrim teorisine körü körüne bir inançla bağlı oldukları için, evrim teorisi aleyhindeki kanıtları dahi teori lehinde yorumlayabilmektedirler. Bunun bir örneği, fosil kayıtları hakkındaki yorumlarıdır: UBA'ya göre canlı türleri yeryüzü katmanlarında belli bir sırada bulunmaktadır ve birbirine benzer olan türler, katmanlarda birbirlerinin ardı sıra dizilmişlerdir. Evrimciler ise bunu evrim teorisinin bir delili olarak göstermektedirler.
Ancak bu açıklama son derece yanıltıcıdır ve fosil kayıtlarının gerçek mesajı tamamen görmezden gelinerek ileri sürülmüştür.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, canlı türleri, yeryüzü katmanlarında evrimcilerin iddia ettikleri gibi bir sırada dizilmiş olsalardı bile, bu evrim teorisinin bir delili olmazdı. Böyle bir dizilimin evrim teorisi lehine bir delil sayılabilmesi için, birbirlerinden evrimleştikleri iddia edilen canlı türleri arasında ara geçişi sağlayan canlıların fosillerinin de yeryüzü katmanlarında bulunmuş olması gerekirdi. Oysa, önceki bölümlerde incelendiği gibi bu tür ara formlara kesinlikle rastlanmamıştır. Dahası, fosil kayıtları dışında morfoloji, genetik bilimi, biyokimya gibi bilim dalları da bu tür geçişlerin mümkün olduğunu delillendirmiş olmalıydı. Ancak bu bilim dalları canlı türlerinin birbirlerine evrimleşerek türemelerinin imkansız olduğunu göstermektedir. Sonuç olarak, yeryüzü katmanlarında evrimcilerin iddia ettikleri gibi bir fosil sırası olsaydı bile, bu, evrim teorisini kanıtlamazdı.
Olayın kuşkusuz asıl önemli yönü ise, ortada UBA'nın sözünü ettiği gibi evrimsel bir doğa tarihi olmayışıdır. Yaklaşık 550 milyon yıl önce gerçekleştiği belirlenen Kambriyen patlaması, canlılığın yeryüzünde evrimsel bir gelişmeyle değil, aniden ve kompleks yapılarla ortaya çıktığının çok açık bir göstergesidir. UBA yazarları, dikkat çekecek şekilde kitapçıkta bir kez bile Kambriyen patlamasından söz etmemektedirler. Oysa bu kitapçığın Yaratılışı savununlara cevap olarak hazırlandığı iddia edilmektedir. Yaratılışı savunanların evrimcilere yönelttikleri ve evrim teorisinin en önemli çıkmazlarından biri olarak gündeme getirdikleri konuların başında Kambriyen patlaması gelmektedir.
Bugün bilinen tüm hayvan filumları, yeryüzünde aynı anda, Kambriyen devri olarak bilinen jeolojik dönemde ortaya çıkmışlardır. Kambriyen devri, yaşı 570-505 milyon yıl olarak hesaplanan 65 milyon yıllık bir jeolojik dönemdir.
Ana hayvan gruplarının ani ortaya çıkış süresi Kambriyen döneminin, genellikle "Kambriyen patlaması" olarak bahsedilen daha da kısa bir dönemine rastlamaktadır. Stephen C. Meyer, P. A. Nelson ve Paul Chien detaylı bir literatür araştırmasına dayanan, 2001 tarihli makalelerinde, "Kambriyen patlaması jeolojik zamanın, 5 milyon yıldan fazla sürmeyen, fazlasıyla dar bir zaman aralığında oluşmuştur" (Stephen C. Meyer, P. A. Nelson, and Paul Chien, The Cambrian Explosion: Biology's Big Bang, 2001, s. 2..) demektedirler.
Bu devirden önceki fosil kayıtlarında, tek hücreli canlılar ve çok basit birkaç çok hücreli dışında hiçbir canlının izine rastlanmaz. Kambriyen devri gibi son derece kısa bir dönem içinde ise (beş milyon yıl, jeolojik anlamda çok kısa bir zaman dilimidir) bütün hayvan filumları, tek bir eksik bile olmadan bir anda ortaya çıkmışlardır! Science dergisinde yayınlanan 2001 yılına ait bir makalede, "yaklaşık 545 milyon yıl önce yaşanan Kambriyen Devri'nin başlangıcı, bugün hala canlı dünyaya hakim olan neredeyse tüm hayvan tiplerinin (filumların) fosil kayıtlarında aniden ortaya çıkışına sahne oldu" denmektedir. Aynı makalede, böylesine kompleks ve birbirinden tamamen farklı canlı gruplarının evrim teorisine göre açıklanabilmesi için, önceki devirlere ait çok zengin ve aşamalı bir gelişimi gösteren fosil yatakları bulunması gerektiği, ama bunun söz konusu olmadığı şöyle açıklanmaktadır:
Bu farklılaşmalı evrim ve yayılış da, kendisinden daha önce yaşamış olması gereken olan bir grubun varlığını gerektirir, ama buna dair bir fosil kanıtı yoktur. (Richard Fortey, The Cambrian Explosion Exploded?, Science, Cilt 293, No 5529, 20 Temmuz 2001, s. 438-439)
Kambriyen kayalıklarında bulunan fosiller, salyangozlar, trilobitler, süngerler, solucanlar, deniz anaları, deniz yıldızları, yüzücü kabuklular, deniz zambakları gibi çok farklı canlılara aittir. Bu tabakadaki canlıların çoğunda, modern örneklerinden hiçbir farkı olmayan, göz, solungaç, kan dolaşımı gibi kompleks sistemler, ileri fizyolojik yapılar bulunur. Bu yapılar hem çok kompleks, hem de çok farklıdır. Hiçbir evrimsel ataları olmadan, aniden ortaya çıkmışlardır.
Kambriyen Devri'nde ortaya çıkıp çıkmadığı uzun zaman tartışılan tek filum, omurgalıların da içinde bulunduğu Chordata'dır. Ancak 1999 yılında elde edilen iki balık fosili, bu konudaki evrimci tezi de yıkmıştır. Kambriyen Devri'ne ait olan ve Haikouichthys ercaicunensis ve Myllokunmingia fengjiaoa diye adlandırılan bu balıklar, tam 530 milyon yıl yaşındadır. Ünlü paleontolog Richard Monastersky tarafından "Waking Up to the Dawn of Vertebrates" (Omurgalıların Ortaya Çıkışına Uyanış) başlığıyla yazılan bir haberde, bu bulgunun önemi şöyle açıklanır:
Paleontologlar omurgalıları, uzun zamandan beridir evrim tarihine, ilk baştaki patlama ve heyecan dindikten sonra katılan bir grup olarak kabul edegelmişlerdir. Ancak Çinli paleontologlar, omurgalıların kökenini, neredeyse tüm diğer hayvan gruplarının fosil kayıtların da ortaya çıktığı güçlü biyolojik patlamaya kadar götüren iki balık fosili buldular. Yunnan bölgesindeki 530 milyon yıllık kayalar içinde saklı olan bu kalıntılar bilinen en eski balıklara aitler ve bilinen diğer en eski omurgalı fosillerden en az 30 milyon yıl daha yaşlılar. (R. Monastersky, "Waking Up to the Dawn of Vertebrates", Science News, Vol. 156, No. 19, 6 Kasım 1999, s. 292.)
Kambriyen Devrinde omurgalı hayvanların da ortaya çıktığını ispatlayan bu kanıt, yaşam tarihini evrimsel bir şemaya oturtma yönündeki umutları daha da çıkmaza sokmuştur.
Darwinizm'in dünya çapındaki en önemli eleştirmenlerinden biri olan Berkeley, California Üniversitesi profesörü Philip Johnson, paleontolojinin ortaya koyduğu bu gerçeğin, Darwinizm'le olan açık çelişkisini şöyle açıklamaktadır:
Darwinist teori, canlılığın bir tür "giderek genişleyen bir farklılık üçgeni" içinde geliştiğini öngörür. Buna göre canlılık, ilk canlı organizmadan ya da ilk hayvan türünden başlayarak, giderek farklılaşmış ve biyolojik sınıflandırmanın daha yüksek kategorilerini oluşturmuş olmalıdır. Ama hayvan fosilleri bizlere bu üçgenin gerçekte baş aşağı durduğunu göstermektedir: Filumlar henüz ilk anda hep birlikte vardır, sonra giderek sayıları azalır. (Phillip E. Johnson, 'Darwinism's Rules of Reasoning', Darwinism: Science or Philosophy, Foundation for Thought and Ethics, 1994, s. 12 )
Philip Johnson'ın belirttiği gibi, filumların kademeli olarak oluşması bir yana, tüm filumlar bir anda var olmuşlar, hatta ilerleyen dönemlerde bazılarının soyu tükenmiştir.
Dolayısıyla UBA yazarlarının neden Roger Lewin'in "hayvanların tüm tarihindeki en önemli olay" (R. Lewin, Science, vol. 241, 15 Temmuz 1988, s. 291 .) olarak tarif ettiği, Kambriyen patlamasından bahsetmediklerini de anlamak mümkündür: Ne UBA yazarlarının ne de bir başka evrimcinin Kambriyen patlaması hakkında söyleyebileceği bir şey yoktur. Bu nedenle bu olayı -ya da bunun gibi evrim teorisini çürüten diğer açık delilleri- görmezden gelmeyi tercih etmektedirler.
"Hiç Kimse Evrimleşmeyi Görmemiştir" Konusundaki Yanılgılar
UBA yazarları, Yaratılışçıların özel tezlerinden birinin "hiç kimse evrimleşmeyi görmemiştir" şeklinde olduğunu öne sürmektedirler. Oysa bu Yaratılışçıların özel tezlerinden biri değildir, sadece birkaç kişinin öne sürdüğü bir iddia olabilir. Biz evrim teorisini çürütürken, hiçbir zaman "evrim teorisi doğru değildir, çünkü hiç kimse evrimleşmeyi görmemiştir" gibi bir iddiada bulunmamaktayız. UBA yazarlarının da belirttiği gibi, evrim teorisinin kanıtlanması için, evrimleşmenin gözlemlenmesi gerekmez, ancak eğer evrim teorisi doğruysa bunun sonuçlarının veya mekanizmalarının gözlemlenmiş olması gerekir. Eğer evrim yaşandıysa, fosil kayıtlarında canlıların birbirlerinden türediklerini gösteren ara geçiş formlarını bulmalıydık, genetik analizler evrimsel akrabalığı olduğu iddia edilen canlıların genetik yapılarının da birbirlerine yakın olduğunu diğerlerinin ise çok farklı olduğunu göstermeliydi, genetik ve morfolojik benzerlikler temel alınarak kurulan soyağaçları birbirleriyle uyumlu olmalıydı, kompleks yapıların rastlantısal mekanizmalarla nasıl oluşabildiği açıklanabilmeliydi, mutasyonların canlıların genetik bilgilerini artırdığı laboratuvar deneylerinde gözlemlenmiş olmalıydı… Ancak, kitap boyunca da incelendiği gibi ne doğa tarihi, ne biyoloji, morfoloji, paleontoloji, mikrobiyoloji, biyokimya, genetik gibi bilim dalları, evrimin yaşandığına dair sonuçlar sunmamaktadır. Aksine, tüm bu bilim dallarında elde edilen sonuçlar, canlıların ayrı ayrı yaratılmış olduklarına dair deliller sunmaktadır. Sonuç olarak, Yaratılışı da gözlemlememiz mümkün değildir, ancak söz konusu bilim dallarında yapılan araştırma ve deneyler sonucunda elde edilen veriler canlıların yaratıldıklarını açıkça göstermektedir.
Evrimin İşlediğine Dair Günlük Hayattan Verilen Örnekler Birer Aldatmacadır
UBA yazarları, evrimin işlediğine dair günlük hayatta birçok örnek olduğunu öne sürmekte ve şu örnekleri vermektedirler: Bakterilerin antibiyotik direnci, böceklerin DDT direnci, sıtma asalaklarının ilaçlara karşı direnç kazanmaları. (Bilim ve Yaratılışçılık, s. 21)
Bakterilerin zaman içinde antibiyotiklere direnç kazanmalarının evrimle bir ilgisi olmadığını, önceki sayfalarda mutasyon konusu dahilinde incelemiştik, bu nedenle burada tekrar etmeyeceğiz. Böceklerin, ilaçlara direnç kazanmaları da benzer şekilde evrimin bir delili değildir.
Böcek ve sineklerin DDT bağışıklığı evrimin delili değildir
Her ne kadar evrimciler, sineklerin ve böceklerin DDT gibi ilaçlara direnç kazanmalarını evrim teorisinin bir delili gibi göstermeye çalışsalar da, gerçek böyle değildir. Böcekleri ve sinekleri böcek ilacına dirençli hale getiren bir mutasyondur. Ancak bu mutasyon, evrim teorisi lehine bir delil oluşturmamaktadır.
Bunu incelemeden önce, DDT'nin böcekler üzerinde nasıl bir etkisi olduğunu kısaca özetleyelim. DDT'nin bir molekülü, kendisini böceğin sinir hücrelerinin zarının belirli, uygun bir alanına bağlayarak hareket eder. Bu şekilde sinirin normal bir şekilde işlev görmesini engeller. Böceğin sinir hücreleri üzerine yeteri kadar DDT molekülü bağlandığında, sinir sistemi yıkılır ve böcek ölür. (R.W. Beeman, 'Recent advances in the mode of action of insecticides', Annual Review of Entomology, 1982, vol. 27, s. 253-281)
Peki bir böcek DDT'ye karşı nasıl dirençli hale gelir? DDT'ye karşı hassasiyetini kaybederek... Bu kayıp DDT molekülünün bağlandığı sinir hücresindeki alanı değiştiren, DDT molekülünün bağlanmasını engelleyen bir mutasyonun sonucudur. (K. Tanaka, J. G. Scott, F. Matsumura, 'Picrotoxinin receptor in the central nervous system of the American cock-roach: its role in the action of cyclodiene-type insecticides.', Pesticide Biochemistry and Physiology, 1984, vol. 22, s. 117-127) DDT ve sinir hücresi arasındaki eşleşmeyi bozacak her tür mutasyon böceği dirençli hale getirecektir. Bakteride olduğu gibi, sinir hücresi proteininin belirli bir amaca yönelik işlevselliğini azaltarak da direnç kazanabilir.
İşte evrimciler, böceğin mutasyon yoluyla direnç kazanmasını evrim teorisine delil olarak göstermektedirler. Oysa göz ardı ettikleri veya bilerek görmezden geldikleri önemli bir nokta bulunmaktadır: Bir protein içindeki bir amino asidin değiştirilmesi çoğunlukla o proteinin işlevlerini etkiler. Proteindeki bu değişiklik bir yandan canlının DDT gibi zehirlere karşı direnç kazanmasını sağlarken, diğer yandan zarar görmesine, bazı işlevlerini veya özelliklerini kaybetmesine neden olur. Elbette ki söz konusu ilaç var olduğu sürece canlı, başka bir açıdan daha az uygun olmak pahasına direnç kazanmakta ve hayatta kalabilmektedir. Ancak ilaç ortadan kalktığında, dirençli olmayan tür, yine daha avantajlı hale gelecektir.
İngiltere Hertfordshire'daki Rothamsted Araştırma Merkezinde, M.W. Rowland Dieldrin dirençli hale gelen sivrisineklerin, diğer böceklerden daha az aktif ve uyarılara karşı daha yavaş cevap verir hale geldiklerini rapor etmiştir. (M. W. Rowland, 'Fitness of insecticide resistance', Nature, 1987, vol. 327, s. 194) Bu sineklerin böcek ilaçlarına direnci, "daha miskin" bir sinir sistemi pahasına elde edilmiştir. Moleküler seviyedeki bilgi kaybı bu durumda böceğin performansında bir kayıp olarak ortaya çıkmaktadır.
Dolayısıyla böcek ilaçlarına karşı direnç sağlayan mutasyonları bir evrim örneği olarak görmek büyük bir yanılgıdır. Bu gibi direnç mekanizmalarının özelliği, böceklerin veya bakterilerin yapısında bir bozulma meydaha getirerek, zehirlerin veya antibiyotiklerin etkisini engellemeleridir. Bu işlem direnç sağlar, ama böcekte veya bakteride genetik bilgi artışı sağlamaz. Aksine, gözlemlenen örneklerde direnç kazancının hep başka yönden kayıp getirdiği tespit edilmiştir. Dolayısıyla ortada bir evrim yoktur. Bakterilerin antibiyotik direnci ve böceklerin DDT direnci gibi konular evrim teorisine bir delil oluşturmamaktadır.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder