Bilim adamları, deniz memelilerinin kökenini bulmak için yapılan moleküler karşılaştırmaların paleontolojik ve morfolojik verilerle çelişkili olduğunu açıkça belirtmektedirler...
"Moleküler Biyolojiden Gelen Yeni Kanıtlar" bölümünün en sonunda, bilimsel verilere aykırı bir iddia daha öne sürülmektedir. UBA, bazı süt proteinleri arasında yapılan karşılaştırmaların balinaların kökeninin su aygırları olduğunu gösterdiğini ve bunun fosil kayıtlarınca da desteklenen sonuç olduğunu iddia etmektedir. Oysa, söz konusu araştırmanın sahipleri ve balinaların kökenini inceleyen bilim adamları UBA ile tamamen farklı görüşlere sahiptirler. Bu araştırmayı yürüten Tokyo Teknoloji Enstitüsü'nden bilim adamları, 14 Ağustos 1997 tarihli Nature dergisinde yayınlanan raporlarının sonunda balinaların kökeninin su aygırları olduğu tezinin fosil kayıtlarına ve morfolojik karşılaştırmalara uygun düşmediğini şöyle kabul etmişlerdir:
Geriye dönük konumsal analizlerimizin sonuçları daha önceki morfolojik temelli hipotezlerle çelişmektedir. Paleontolojik ve morfolojik veriler modern balinanın kökeninin ilk olarak erken dönem Eosen (üçüncü çağa ait en eski tabaka) çağında ortaya çıkan, Archaeocetes'den (eski balinalardan) geldiğini ileri sürer. Archaeoceteslerin Eosen'den önce ortaya çıkan mesonychians'dan (bir kara memelisi grubundan) geldiğine inanılır. Ancak, en ilkel Artiodactyl (her bir ayağında çift sayılı işlevsel parmaklı toynakları olan plasentalı memeli)ler (Dichobunids) ilk olarak erken Eosen'de ortaya çıkmıştır ve Artiodactyl'lerin neredeyse tüm familyaları geriye doğru yalnızca orta ya da son dönem Eosen'e kadar izlenebilmektedir. Bu hayvanların bu tipteki ortaya çıkma dizilimleri bizim moleküler verilerimizle tutarlı değildir... Yeni elde edilen moleküler verilerin, paleontologları Artiodactyl'in birçok fosil kaydını bizim sonuçlarımıza uyacak şekilde yeniden yorumlamaya yönlendireceğine inanıyoruz. O zaman fosil kayıtlarındaki büyük boşluklar kadar büyük çapta morfolojik geri dönüşlerin ve yakınsaklıkların onaylanması gerekecektir. (Nature, 14 Ağustos 1997)
Brüksel Üniversitesi, Moleküler Biyoloji Bölümünden Michel C. Milinkovitch ve Northeastern Ohio Üniversitesi Tıp Fakültesinden J. G. M. Thewissen, Japon araştırmacıların bulguları üzerine yine Nature dergisinin aynı sayısında (UBA'nın iddiasının aksine) balinaların kökeni konusundaki moleküler analizler ile morfolojik ve paleontolojk yorumların çeliştiğini yazmışlardır:
Shimamura ve arkadaşlarının bu sayının 666. sayfasında anlatılan moleküler analizleri, filogenetik dogmayı daha fazla bozmaktadır. Gerçekten de yazarlar Artiodactyller ve balinalar arasındaki yakın ilişkiyi teyid etmekle kalmaz, balinaların Artiodactyl'lerin filogenetik ağaçlarının içinde derinlere yerleştiğini ileri sürerler. Bu sonuçlar mevcut morfolojik verilerin yaygın yorumuyla (ortiodactyl monofili) şaşırtıcı şekilde çelişmektedir ve, eğer doğruysa, bir inek ya da hipopotamı bir yunus ya da balinaya, bir domuz ya da deveden daha yakından ilişkili hale getirecektir. (Michel C. Milinkovitch, J. G. M. Thewissen, Evolutionary biology: Even-toed fingerprints, Nature, 14 Ağustos 1997, 388, 622 - 623)
Bu bilim adamları ayrıca, konunun hala tartışmalı olduğunu belirtmekte ve şöyle demektedirler:
Ancak konu halen çelişkilidir çünkü hangi moleküler dizi verisinin hangi yöntemlerle analiz edileceği konusu hala tartışmalıdır. (Michel C. Milinkovitch, J. G. M. Thewissen, Evolutionary biology: Even-toed fingerprints, Nature, 14 Ağustos 1997, 388, 622 - 623)
Diğer moleküller üzerinde yapılan analizler de benzer şekilde çelişkili sonuçlar vermiştir. Zoolog John Gatesy, deniz memelilerinin kan pıhtılaşma proteini üzerinde yapılan analizlerin, balinalarla su aygırları arasında evrimsel bir bağ olduğunu gösterdiğini ancak bunların paleontolojik bulgularla çeliştiğini belirtmektedir. (J. Gatesy, "More DNA Support for a Cetacea/Hippopotamidae Clade . . ." Molecular Biological Evolution 14(5):537-543 (1997). )
Görüldüğü gibi, araştırmaların asıl sahibi olan bilim adamları, deniz memelilerinin kökenini bulmak için yapılan moleküler karşılaştırmaların paleontolojik ve morfolojik verilerle çelişkili olduğunu açıkça belirtmektedirler. UBA ise, bu gerçekler açıkça bilinmesine rağmen, tam aksi görüş bildirmektedir. Bunun bilgi eksikliği olmadığı ise ortadadır, çünkü UBA dünyanın en önde gelen bilim kuruluşu olma iddiasındadır. Görünen o ki, UBA kasıtlı olarak, konu hakkında bilgisi olmayan, okuduklarını araştırma ihtiyaç veya imkanı bulunmayan okuyucuları evrime ikna etmek için bu tür asılsız iddialarda bulunmaktadır. Balinaların kökeni konusundaki evrimci tezlerin geçersizliğini, daha önceki "National Geographic'ten Yeni Bir Balina Masalı" (http://www.harunyahya.org/ Makaleler/balina_masali.htm) başlıklı bir makalemizde de kapsamlı olarak incelemiştik. Burada detaylı olarak açıkladığımız gibi, balinaların kara memelilerinden evrimleştiği tezi, hiç bir bilimsel dayanağı olmayan bir hikayeden ibarettir. Balinaların karasal ataları olarak öne sürülen Pakicetus ve Ambulocetus gibi soyu tükenmiş kara memelileri ile bilinen en eski balinalar arasında çok büyük morfolojik farklar vardır. Öte yandan "balina evrimi" için evrimciler tarafından öne sürülen "adaptasyon süreçleri", Lamarkçı mantıklara dayalı, bilim dışı senaryolardan ibarettir.
Deniz memelileri, son derece özgün yapılara sahip canlılardır. Bu canlıların rastgele mutasyonların sağlayacağı morfolojik bozukluklar sonucunda karadan deniz ortamına geçiş için gerekli onlarca farklı adaptasyonu yaşadıklarını iddia etmek, evrim teorisi için başlıbaşına bir sorundur, çünkü evrim teorisi böyle bir geçişin nasıl gerçekleştiğini kesinlikle açıklayamaz. Evrimci bilim yazarı Francis Hitching yıllar önceki bir kitabında bu konu hakkında şunları söylemiştir:
Darwincilerin problemi dinozorlarla yanyana yaşayan ve onlar tarafından baskılanan, küçük ve ilkel, karaya bağlı bir memeliyi, memelilerin daha önceleri bilmedikleri çok büyük bir ortam olan, okyanusların derinlerinde yüzebilecek şekilde özel olarak şekillendirilen kocaman bir hayvana dönüştürmek için gereken çok sayıdaki adaptasyon ve mutasyonlar için bir açıklama bulmaya çalışmaktır... Bütün bunların en çok beş ila on milyon yıl içerisinde -ilk yürüyen maymun türlerinden bize kadar göreceli olarak çok daha önemsiz bir evrimle yaklaşık aynı zaman içerisinde- evrimleşmiş olması gerekmektedir. (F. Hitching, The Neck of the Giraffe (Ticknor & Fields, New Haven & New York, 1982), s. 90.)
Böyle bir geçiş yaşadığı öne sürülen canlı, ara geçiş aşamasında hem denizde hem de karada dezavantajlı hale gelecek ve elenecektir. UBA'nın deniz memelilerinin kökeni ve moleküler karşılaştırmalar konusundaki iddiaları, tamamen spekülasyona dayalıdır, bilimsel ve akılcı olmaktan çok uzaktır.
Sonuç
Evrim teorisinin yeryüzündeki tüm farklı canlı kategorilerinin tek bir ortak atadan, rastlantısal mutasyonlar ve doğal seleksiyon yoluyla türediği iddiası moleküler biyolojide hiçbir delil bulamamaktadır. Evrimsel diziden beklenen kademeli farklılaşma, ne fosil kayıtlarında ne de moleküler analizlerde görülmemektedir.
Michael Denton moleküler biyoloji alanında elde edilen bulgulara dayanarak şu yorumu yapar:
Moleküler düzeyde, her canlı sınıfı, özgün, farklı ve diğerleriyle bağlantısızdır. Dolayısıyla moleküller, aynı fosiller gibi, evrimci biyoloji tarafından uzun zamandır aranan teorik ara geçişlerin olmadığını göstermiştir... Moleküler düzeyde hiçbir organizma bir diğerinin "atası" değildir, diğerinden daha "ilkel" ya da "gelişmiş" de değildir... Eğer bu moleküler kanıtlar bundan bir asır önce var olsaydı... organik evrim düşüncesi hiçbir zaman kabul görmeyebilirdi. (Michael Denton. Evolution: A Theory in Crisis. London: Burnett Books, 1985, s. 290-91)
Geriye dönük konumsal analizlerimizin sonuçları daha önceki morfolojik temelli hipotezlerle çelişmektedir. Paleontolojik ve morfolojik veriler modern balinanın kökeninin ilk olarak erken dönem Eosen (üçüncü çağa ait en eski tabaka) çağında ortaya çıkan, Archaeocetes'den (eski balinalardan) geldiğini ileri sürer. Archaeoceteslerin Eosen'den önce ortaya çıkan mesonychians'dan (bir kara memelisi grubundan) geldiğine inanılır. Ancak, en ilkel Artiodactyl (her bir ayağında çift sayılı işlevsel parmaklı toynakları olan plasentalı memeli)ler (Dichobunids) ilk olarak erken Eosen'de ortaya çıkmıştır ve Artiodactyl'lerin neredeyse tüm familyaları geriye doğru yalnızca orta ya da son dönem Eosen'e kadar izlenebilmektedir. Bu hayvanların bu tipteki ortaya çıkma dizilimleri bizim moleküler verilerimizle tutarlı değildir... Yeni elde edilen moleküler verilerin, paleontologları Artiodactyl'in birçok fosil kaydını bizim sonuçlarımıza uyacak şekilde yeniden yorumlamaya yönlendireceğine inanıyoruz. O zaman fosil kayıtlarındaki büyük boşluklar kadar büyük çapta morfolojik geri dönüşlerin ve yakınsaklıkların onaylanması gerekecektir. (Nature, 14 Ağustos 1997)
Brüksel Üniversitesi, Moleküler Biyoloji Bölümünden Michel C. Milinkovitch ve Northeastern Ohio Üniversitesi Tıp Fakültesinden J. G. M. Thewissen, Japon araştırmacıların bulguları üzerine yine Nature dergisinin aynı sayısında (UBA'nın iddiasının aksine) balinaların kökeni konusundaki moleküler analizler ile morfolojik ve paleontolojk yorumların çeliştiğini yazmışlardır:
Shimamura ve arkadaşlarının bu sayının 666. sayfasında anlatılan moleküler analizleri, filogenetik dogmayı daha fazla bozmaktadır. Gerçekten de yazarlar Artiodactyller ve balinalar arasındaki yakın ilişkiyi teyid etmekle kalmaz, balinaların Artiodactyl'lerin filogenetik ağaçlarının içinde derinlere yerleştiğini ileri sürerler. Bu sonuçlar mevcut morfolojik verilerin yaygın yorumuyla (ortiodactyl monofili) şaşırtıcı şekilde çelişmektedir ve, eğer doğruysa, bir inek ya da hipopotamı bir yunus ya da balinaya, bir domuz ya da deveden daha yakından ilişkili hale getirecektir. (Michel C. Milinkovitch, J. G. M. Thewissen, Evolutionary biology: Even-toed fingerprints, Nature, 14 Ağustos 1997, 388, 622 - 623)
Bu bilim adamları ayrıca, konunun hala tartışmalı olduğunu belirtmekte ve şöyle demektedirler:
Ancak konu halen çelişkilidir çünkü hangi moleküler dizi verisinin hangi yöntemlerle analiz edileceği konusu hala tartışmalıdır. (Michel C. Milinkovitch, J. G. M. Thewissen, Evolutionary biology: Even-toed fingerprints, Nature, 14 Ağustos 1997, 388, 622 - 623)
Diğer moleküller üzerinde yapılan analizler de benzer şekilde çelişkili sonuçlar vermiştir. Zoolog John Gatesy, deniz memelilerinin kan pıhtılaşma proteini üzerinde yapılan analizlerin, balinalarla su aygırları arasında evrimsel bir bağ olduğunu gösterdiğini ancak bunların paleontolojik bulgularla çeliştiğini belirtmektedir. (J. Gatesy, "More DNA Support for a Cetacea/Hippopotamidae Clade . . ." Molecular Biological Evolution 14(5):537-543 (1997). )
Görüldüğü gibi, araştırmaların asıl sahibi olan bilim adamları, deniz memelilerinin kökenini bulmak için yapılan moleküler karşılaştırmaların paleontolojik ve morfolojik verilerle çelişkili olduğunu açıkça belirtmektedirler. UBA ise, bu gerçekler açıkça bilinmesine rağmen, tam aksi görüş bildirmektedir. Bunun bilgi eksikliği olmadığı ise ortadadır, çünkü UBA dünyanın en önde gelen bilim kuruluşu olma iddiasındadır. Görünen o ki, UBA kasıtlı olarak, konu hakkında bilgisi olmayan, okuduklarını araştırma ihtiyaç veya imkanı bulunmayan okuyucuları evrime ikna etmek için bu tür asılsız iddialarda bulunmaktadır. Balinaların kökeni konusundaki evrimci tezlerin geçersizliğini, daha önceki "National Geographic'ten Yeni Bir Balina Masalı" (http://www.harunyahya.org/ Makaleler/balina_masali.htm) başlıklı bir makalemizde de kapsamlı olarak incelemiştik. Burada detaylı olarak açıkladığımız gibi, balinaların kara memelilerinden evrimleştiği tezi, hiç bir bilimsel dayanağı olmayan bir hikayeden ibarettir. Balinaların karasal ataları olarak öne sürülen Pakicetus ve Ambulocetus gibi soyu tükenmiş kara memelileri ile bilinen en eski balinalar arasında çok büyük morfolojik farklar vardır. Öte yandan "balina evrimi" için evrimciler tarafından öne sürülen "adaptasyon süreçleri", Lamarkçı mantıklara dayalı, bilim dışı senaryolardan ibarettir.
Deniz memelileri, son derece özgün yapılara sahip canlılardır. Bu canlıların rastgele mutasyonların sağlayacağı morfolojik bozukluklar sonucunda karadan deniz ortamına geçiş için gerekli onlarca farklı adaptasyonu yaşadıklarını iddia etmek, evrim teorisi için başlıbaşına bir sorundur, çünkü evrim teorisi böyle bir geçişin nasıl gerçekleştiğini kesinlikle açıklayamaz. Evrimci bilim yazarı Francis Hitching yıllar önceki bir kitabında bu konu hakkında şunları söylemiştir:
Darwincilerin problemi dinozorlarla yanyana yaşayan ve onlar tarafından baskılanan, küçük ve ilkel, karaya bağlı bir memeliyi, memelilerin daha önceleri bilmedikleri çok büyük bir ortam olan, okyanusların derinlerinde yüzebilecek şekilde özel olarak şekillendirilen kocaman bir hayvana dönüştürmek için gereken çok sayıdaki adaptasyon ve mutasyonlar için bir açıklama bulmaya çalışmaktır... Bütün bunların en çok beş ila on milyon yıl içerisinde -ilk yürüyen maymun türlerinden bize kadar göreceli olarak çok daha önemsiz bir evrimle yaklaşık aynı zaman içerisinde- evrimleşmiş olması gerekmektedir. (F. Hitching, The Neck of the Giraffe (Ticknor & Fields, New Haven & New York, 1982), s. 90.)
Böyle bir geçiş yaşadığı öne sürülen canlı, ara geçiş aşamasında hem denizde hem de karada dezavantajlı hale gelecek ve elenecektir. UBA'nın deniz memelilerinin kökeni ve moleküler karşılaştırmalar konusundaki iddiaları, tamamen spekülasyona dayalıdır, bilimsel ve akılcı olmaktan çok uzaktır.
Sonuç
Evrim teorisinin yeryüzündeki tüm farklı canlı kategorilerinin tek bir ortak atadan, rastlantısal mutasyonlar ve doğal seleksiyon yoluyla türediği iddiası moleküler biyolojide hiçbir delil bulamamaktadır. Evrimsel diziden beklenen kademeli farklılaşma, ne fosil kayıtlarında ne de moleküler analizlerde görülmemektedir.
Michael Denton moleküler biyoloji alanında elde edilen bulgulara dayanarak şu yorumu yapar:
Moleküler düzeyde, her canlı sınıfı, özgün, farklı ve diğerleriyle bağlantısızdır. Dolayısıyla moleküller, aynı fosiller gibi, evrimci biyoloji tarafından uzun zamandır aranan teorik ara geçişlerin olmadığını göstermiştir... Moleküler düzeyde hiçbir organizma bir diğerinin "atası" değildir, diğerinden daha "ilkel" ya da "gelişmiş" de değildir... Eğer bu moleküler kanıtlar bundan bir asır önce var olsaydı... organik evrim düşüncesi hiçbir zaman kabul görmeyebilirdi. (Michael Denton. Evolution: A Theory in Crisis. London: Burnett Books, 1985, s. 290-91)

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder