UBA'nın evrime delil olarak sunduğu sitokrom-c adlı molekül üzerinden yapılan kıyaslamalar, aslında evrimcileri hayal kırıklığına uğratan sonuçlar getirmiştir...
UBA'nın kitapçığında yer alan gerçekle hiçbir ilgisi olmayan iddiaların en vahimleri belki de "Moleküler Biyolojiden Gelen Yeni Kanıtlar" bölümünde yer almaktadır. UBA, özellikle son 50 yıldır yapılan araştırma ve gözlemleri hiçe saydığını, evrim teorisini bilimsel verilere rağmen savunduğunu bu bölümde bir kez daha kanıtlamaktadır.
UBA'nın evrim teorisine kanıt olarak saydığı bilimsel veriler, gerçekte evrim teorisine kanıt olma özelliği taşımamaktadırlar. UBA ve diğer evrimciler önce evrim teorisini ispatlanmış bilimsel bir gerçek olarak kabul etmekte, sonra da bilimsel araştırma ve gözlemler sonucunda elde edilen bulguları, evrim teorisine göre değerlendirmektedirler. Bu değerlendirmelerini ise evrimin bir delili olarak sunmaktadırlar. İlerleyen sayfalarda detayları ile inceleneceği gibi, bunlar evrimcilerin kısır döngü mantıklarının örnekleridir.
Canlılar Arasındaki Moleküler Benzerliklerin Evrim Teorisinin Delili Olduğu Yanılgısı
Kitapçığın bu bölümündeki temel iddiaya göre, "çağdaş biyokimya ve moleküler biyolojide yaşanan buluşlar ortak bir atadan türeyişe deliller sunmaktadır". (Bilim ve Yaratılışçılık, s. 17) Kitapçıkta bu sözde delillere verilen ilk örnek ise, evrimci ön yargılarla türetilmiş bir varsayımdan başka bir şey değildir. UBA, nükleoit dizilerini amino asit dizilerine çeviren şifrenin tüm canlılarda aynı olmasını ve tüm canlıların proteinlerinin değişmeksizin aynı 20 amino asitten oluşmasını, canlıların ortak bir atadan türediği iddiasına delil olarak göstermektedir. Bu çok komik bir iddiadır. Evrimciler, önce evrim teorisini kesin bir gerçek olarak kabul etmekte, sonra elde ettikleri verileri evrim teorisine uygulamaya çalışmaktadırlar. Oysa tüm canlıların benzer özellik ve fonksiyonlara sahip olmaları ortak tasarımın varlığının bir delili olarak da değerlendirilebilir. Tüm canlıları tasarlayan ve yaratan tek bir Yaratıcı vardır, dolayısıyla hepsinin temelde benzer özellik ve yapılardan oluşuyor olması son derece doğaldır.
Miyoglobin, Hemoglobin Molekülünün Evrimsel Atası Değildir
"Moleküler Biyolojiden Gelen Yeni Kanıtlar" başlıklı bölümde, hemoglobin ve miyoglobin adlı moleküller örnek verilmekte ve bu iki molekül arasında evrimsel akrabalık olduğu öne sürülmektedir. UBA'nın kitapçığında yer alan iddia şöyledir:
Ne var ki, her zincirde miyoglobindekinin tıpatıp eşi bir hem grubu vardır ve hemoglobin molekülündeki her dört zincir de aynı miyoglobin gibi katlanır. Böylece bu iki molekülün yakın akrabalığı 1959 yılında ortaya konmuş oldu.
Hemoglobin ve miyoglobin adlı moleküllerin benzer özelliklere sahip oldukları doğrudur. Doğru olmayan, UBA'nın ve diğer evrimcilerin, bu benzerlikten yola çıkarak hemoglobinin miyoglobinden evrimleştiğini öne sürmeleridir. Bu iddiaları hiçbir bilimsel delile dayanmamaktadır, sadece evrimci ön yargılarının bir ürünüdür. Bunun nedenlerini sırasıyla inceleyelim:
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, miyoglobin ve hemoglobin, benzer görevleri olan iki moleküldür; hemoglobin kanda oksijen taşır, miyoglobin ise oksijeni hemoglobinden alır, dokulara ve gerekli yerlere ulaştırır. Dolayısıyla benzer görevleri olan iki protein molekülünün benzer yapılara sahip olacak şekilde tasarlanmış olması son derece doğaldır. Bir benzetme yaparsak, tüm taşıtlar benzer özelliklere sahiptirler; hemen hepsinin motoru, dümeni veya direksiyonu, tekerlekleri, taşınacak eşya veya insanlar için özel bölümleri bulunur. Açıktır ki, bu benzerliklerin nedeni, bu taşıtların her birinin belli bir amaç için özel olarak tasarlanmış olması ve bu amaca uygun ortak özelliklere sahip olmasıdır. Hemoglobin ve miyoglobin de benzer bir amaç için tasarlanmış olan moleküllerdir ve bu nedenle benzer özelliklere sahiptirler.
UBA'nın iddiasını biraz daha detaylı olarak incelediğimizde, imkansızlığını daha açık görebiliriz. Bu iddiaya göre, miyoglobin molekülü zaman içinde uğradığı mutasyonlar sonucunda evrimleşmiş, amino asit diziliminde farklılıklar oluşmuş ve böylece hemoglobin molekülü ortaya çıkmıştır. Ancak miyoglobin ve hemoglobin moleküllerinin son derece kompleks yapılara sahip oldukları bilinmektedir. Bu moleküllerden herhangi birinin, mutasyon gibi rastgele etkilere maruz kalması, mutasyonlarla ilgili bölümde de incelendiği gibi, bu molekülleri bozacak, işe yaramaz hale getirecektir. Orak hücre anemisi olarak bilinen hastalık bunun örneklerinden biridir. Bu hastalık, hemoglobin molekülünde meydana gelen bir mutasyon sonucunda ortaya çıkar ve oldukça ciddi sonuçları bulunmaktadır. Dolayısıyla, bir proteinin amino asit dizilimini rastgele değiştiren herhangi bir mutasyonun, bu proteini daha fazla özelliklere sahip, daha kompleks bir başka proteine dönüştürmesini beklemek, imkansıza inanmak olur. Evrimcilerin iddialarını kanıtlayabilmek için, miyoglobin ile hemoglobin arasındaki her geçiş aşamasının fonksiyonel (ve dahası bir önceki aşamadan daha yararlı) olması gereklidir ki, bu imkansızdır.
Evrim teorisini eleştiren Amerikalı kimyacı Dr. Robert Kofahl, hemoglobinin miyoglobinden evrimleştiği iddiasının imkansızlığı için şu yorumda bulunur:
Moleküler homoloji iddiasının iyi örneklerinden biri, insan dahil kara omurgalılarının sahip olduğu alfa ve beta hemoglobin molekülleridir. Bunların insan miyoglobinine benzeyen atasal bir miyoglobin molekülüyle homolog olduğu varsayılmaktadır. İki alfa ve iki beta hemoglobini, kanımızdaki oksijen ve karbondioksiti taşıyan olağanüstü hemoglobin molekülünü oluşturmak üzere iş birliği yapar. Ancak miyoglobin kaslarımızın içindeki oksijeni taşıyabilmek için tekli moleküller gibi davranır. (Evrimciler), ilk miyoglobin molekülünün evrimleşerek ... alfa ve beta hemoglobin molekülünü oluşturduğunu varsayarlar. Günümüzde, miyoglobin ve hemoglobin moleküllerinde bulduğumuz ise, özel ve üstün özelliklere sahip mükemmel bir tasarım mucizesidir. Hayali evrimsel değişim süresi boyunca, yarı evrimleşmiş moleküllerin faydalı fonksiyonlara hizmet edebileceğine ya da herhangi bir canlının kanında bu moleküllerle hayatta kalabileceğine dair herhangi bir delil var mı? Böyle bir bilgi yoktur. Modern omurgalılar bu moleküller içinde (sadece) çok küçük varyasyonları tolere edebilirler. Yani iddiaya göre homolog olan globin moleküllerinin farz edilen evrimsel tarihi bilim değil bir fantezidir." (Robert E. Kofahl, Probability and the Origin of Life, http://www.parentcompany.com/creation_essays/essay44.htm.)
Dr. Kofahl'ın da belirttiği gibi, UBA'nın moleküler homoloji konusundaki iddiaları, diğerleri gibi bilim değil, sadece fantezidir.
Ayrıca evrimcilerin açıklamaları, miyoglobin proteininin kökenine bir açıklama getirmemektedir. Hemoglobin miyoglobinden evrimleşmiştir demektedirler, ancak miyoglobinin nasıl oluştuğu konusu evrimciler açısından hala bir muammadır.
Moleküler Kıyaslamalar, Evrim Teorisinin Sözde Soy Ağacı İle Çelişmektedir
Bilim ve Yaratılışçılık kitapçığında, canlıların hemoglobin, miyoglobin veya sitokrom-c gibi proteinleri karşılaştırılarak evrimsel bir soy ağacı oluşturulabildiği ve bu ağacın paleontoloji ve anatomiden elde edilen verilerle uyumlu olduğu öne sürülmektedir. Bu iddia kitapçıkta şöyle ifade edilmektedir:
Değişik canlıların dizilimleri arasındaki farklar, canlılarda görülen hemoglobin ve miyoglobin varyasyonunu yansıtan bir aile ağacı oluşturmak için kullanılabilirdi. Bu ağaç, karşılaştırılan canlıların ortak bir atadan türediklerine ilişkin paleontolojiden ve anatomiden sağlanan gözlemlere tamamen uyuyordu.
…Enerji transferinde rolü olan sitokrom-c gibi diğer proteinlerin ve tripsin ile kimotripsin gibi sindirim proteinlerinin üç boyutlu yapılarından ve amino asit dizilimlerinden de benzer aile geçmişleri elde edilmiştir. Moleküler yapının incelenmesi, evrimsel ilişkilerin çalışılmasında yeni ve son derece güçlü bir araçtır. (Bilim ve Yaratılışçılık, s. 18)
UBA'nın, konu hakkındaki araştırma ve verileri yok sayarak, yukarıdaki gibi bir iddiada bulunması şaşırtıcıdır. Çünkü UBA'nın sözünü ettiği moleküler karşılaştırmalar, evrim teorisi için büyük sorunlar oluşturmakta, teorinin çelişkiler içerdiğini gözler önüne sermektedir. UBA'nın ve evrim teorisinin bu konudaki çelişki ve yanılgılarını incelemeden önce, moleküler karşılaştırmalar konusunda kısa bir bilgi verelim.
Canlıların yapı ve fonksiyonlarının bağlı olduğu protein molekülleri, amino asitlerden oluşurlar. Proteinlerde 20 tür amino asit vardır. Bu amino asitlerin belli bir sıra ile dizilmeleri sonucunda, farklı özellikleri olan proteinler oluşur. Örneğin bazı amino asitlerin belli bir sırada olmaları sonucunda midedeki yağı sindiren proteinler oluşurken, bir başka amino asit zinciri oksijen taşıyan protein molekülünü meydana getirir. Genellikle aynı tür içindeki aynı tür proteinin, amino asit dizilimi aynıdır. Ancak türler arasında, bir proteinin amino asit dizilimi değişebilmektedir. Örneğin kandaki oksijenin taşınmasını sağlayan hemoglobin adlı protein için durum böyledir. Birkaç tür arasında belli bir protein molekülündeki farklılıkların karşılaştırılması ve bu karşılaştırmalardan sonuç çıkartılması "moleküler homoloji" olarak adlandırılır. Örneğin, insan, fare ve atın hemoglobin moleküllerinin amino asit dizileri tespit edilip, birbirleri ile kıyaslanabilir. Evrimcilere göre, birbirlerine evrimsel açıdan daha yakın olduğu varsayılan türlerin protein dizileri de birbirine daha benzer olmalıdır. Söz gelimi, insan ile atın hemoglobin dizileri, fareye göre birbirine daha çok benzemelidir. Ne varki, bu yönde yapılan araştırmalar, moleküler düzeyde yapılan kıyaslamaların evrim teorisinin iddiaları ile tutarsızlık gösterdiğini ortaya koymuştur. Bu tutarsızlığı ortaya koyan araştırma sonuçlarından bazıları şöyledir:
* UBA'nın evrime delil olarak sunduğu sitokrom-c adlı molekül üzerinden yapılan kıyaslamalar, aslında evrimcileri hayal kırıklığına uğratan sonuçlar getirmiştir. Bu kıyaslamalar sonucunda kaplumbağa kuşlara, bir başka sürüngen olan yılandan daha yakın çıkmıştır. Oysa evrimcilerin iddiasına göre her ikisi de sürüngen olan kaplumbağa ve yılanın protein dizilimi birbirine daha yakın olmalıdır. (Francisco Ayala, "The Mechanisms of Evolution", Scientific American, V. 239, No. 3,1978, s. 56)
* Yine aynı araştırma sonucunda tavukların, ördeklerden çok penguenlerle benzerlik gösterdikleri tespit edilmiştir. İnsan ise, maymunlara değil, kangurulara daha yakın çıkmıştır. (Francisco Ayala, "The Mechanisms of Evolution", Scientific American, V. 239, No. 3,1978, s. 56)
* Popular Science dergisinin Ocak 2002 sayısındaki bir makalede, ördeğe benzeyen dalgıç kuşunun DNA'sının daha çok flamingoya benzediği ortaya konmuştur. (Popular Science, Ocak, 2002, )
* LH adlı hormonun amino asit dizisinin kıyaslanması sonucunda ise amfibiyenlerin evrim teorisinin iddia ettiği gibi, sürüngenlere değil memelilere daha yakın olduğu sonucu elde edilmiştir. (J.King ve R. Millar, "Heterogeneity of Vertebrate Luteinizing Hormone-Releasing Hormone", Science, V. 206, 1979, s. 67.)
* Alfa hemoglobin proteini üzerinden yapılan karşılaştırmalarda, timsah ile tavuğun en fazla % 15 ortak amino asit dizilimine sahip canlılar oldukları belirlenmiştir. Bir sonraki sırada ise engerek yılanı ile tavuk bulunmaktadır(%10,5). En fazla benzerlik göstermesi gereken iki sürüngen olan engerek yılanı ile timsah ise en düşük benzerliğe sahiptir(%5,6). Colin Patterson, bu örnek ile evrimsel varsayımların açıkça çürütüldüğünü belirtmiştir. (Luther D. Sunderland ve Gary E. Parker, Evolution? Prominent Scientist Reconsiders, Impact No:108 Haziran 1982, http://www.icr.org/pubs/imp/imp-108.htm)
* Miyoglobin karşılaştırmalarında ise, timsahlarla kertenkelelerin %10,5 benzerliğe sahip oldukları görülmüştür. Ancak, kertenkele tavuk ile de %10,5 benzerlik göstermektedir. Yani sürüngen/sürüngen kıyası, sürüngen/kuş kıyası ile aynıdır. (Luther D. Sunderland ve Gary E. Parker, Evolution? Prominent Scientist Reconsiders, Impact No:108 Haziran 1982, http://www.icr.org/pubs/imp/imp-108.htm)
* Lizozom ve süt albümini kıyaslamalarında ise, insanlar test edilen diğer memelilerden çok, tavuklara yakın çıkmıştır. (G. Brown, 1998. "Skeptics choke on Frog: Was Dawkins caught on the hop?", Answers in Genesis Prayer News (Australia), Nov. 1998, s. 3)
* Cambridge'ten Adrian Friday ve Martin Bishop ellerindeki "tetrapodların protein dizilimi" verilerini analiz etmişlerdir. Hayret verici bir şekilde, yaklaşık bütün örneklerde insan ve tavuk, birbirlerine en yakın akraba olarak eşleşmişlerdir. Bir sonraki en yakın akraba ise timsahtır. (Mike Benton, "Is a Dog More Like Lizard or a Chicken?", New Scientist, c. 103, 16 Ağustos 1984, s. 19)
* South Carolina Üniversitesi Tıp Fakültesinden biyokimya araştırmacısı Dr. Christian Schwabe'nin relaxinler üzerinde yaptığı çalışmalar oldukça ilginç sonuçlar ortaya koymuştur:
Yakın akraba olduğu bildirilen türlerin relaxinleri arasındaki yüksek değişkenliğin yanı sıra, domuzun ve balinanın relaxinleri bütünüyle aynıdır. Farelerden, Yeni Gine domuzundan, insandan ve domuzdan alınan moleküller, birbirlerinden yaklaşık %55 uzaktır. Buna rağmen insülin, insanı şempanzeden daha çok domuza yakın kılmaktadır. (Christian Schwabe, "Theoretical Limitations of Molecular Phylogenetics and the Evolution of Relaxins", Comparative Biochemical Physiology, cilt 107B, 1974, s.171-172)
* Bir 1996 yılı çalışmasında, 88 protein üzerinde yapılan analizler, tavşanları kemirgenler yerine primatlarla aynı grupta çıkarmıştır; 1998 yılındaki bir araştırmada 19 hayvan türünde 13 gen analiz edilmiş ve bunun sonucunda deniz kestaneleri omurgalılar arasında gruplanmış; bir başka 1998 araştırmasında ise 12 protein analiz edilmiş ve bunun sonucunda inekler atlardan çok balinalara yakın çıkmıştır. (Dan Graur, Laurent Duret, ve Manolo Gouy, "Phylogenetic Position of the Order Lagomorpha (rabbits, hares and allies)", Nature, 379 (1996). S. 333-335)
* Örneğin California Üniversitesinden Richard Holmquist, sitokrom-c üzerinde yaptığı çalışmalar sonucunda, evrim teorisine göre birbirlerine son derece yakın olmaları gereken amfibiyenlerle sürüngenler arasındaki biyokimyasal farkın, teoriye göre birbirlerinden çok daha uzak olan kuşlar ile balıklardan, memeliler ile balıklar veya memeliler ile böcekler arasındaki farklardan daha da büyük olduğunu ortaya koymuştur. Araştırmacının konu hakkındaki yorumu şöyledir:
Her iki durumda da, bu değişikliklerin büyüklüğüne ve zamanla ilişkisine bağlı olarak, bazı omurgalılarda birtakım anormallikler ortaya çıkmaktadır. Bu anormallikler "filogenetik ağaçlar" üzerinde evrimsel uyuşmazlığın gözle görünür olumsuzluğu olarak ya da bir organizmanın familya içinde taksonomik yerleşiminin yalnızca hatalı biçimde yapılmasıyla kendini gösterecektir...
...Ancak deniz kaplumbağası ve çıngıraklı yılan arasındaki her 100 kodon (DNA ya da RNA üzerinde, belirli bir amino asit için genetik kod formasyonunu sağlayan, üç komşu bazın belirlenmiş dizilimi) başına 21 amino asitlik farklılık, tavuk ve lampri (emici bir su hayvanı) arasındaki 17, at ve köpek balığı arasındaki 16 amino asitlik farklılık gibi birbirinden büyük ölçüde ayrılmış olan sınıfların temsilcileri arasındaki farklılıktan, hatta iki farklı filumdan gelen köpek ve vida kurdu sineği (screw worm fly) (yumurtalarını bazen insan ya da diğer hayvanların burun deliklerine ya da yaralı bölgelerine bırakarak ölümcül sonuçlara yol açan bir Amerikan sineği) arasındaki 15 amino asitlik farklılıktan dikkate değer şekilde büyüktür. (Juke & Holmquist, "Evolutionary Clock: Nonconstancy of Rate, in Different Species", 177 Science 530, 530 (1972)
Bu araştırmaların sayısı arttıkça, moleküler düzeyde yapılan karşılaştırmaların evrim teorisi ile çeliştiği daha da belirgin hale gelmektedir. Birçok evrimci biyolog bu gerçeği itiraf etmek zorunda kalmıştır. Örneğin Fransız biyologlar Hervé Philippe ve Patrick Forterre 1999 yılındaki bir makalelerinde "daha fazla dizi elde edildikçe görüldü ki protein filogenileri hem birbirleri ile hem de rRNA ağacı ile çelişmektedir." diyerek bu gerçeği itiraf etmektedirler. (Hervé Philippe ve Patrick Forterre, "The Rooting of the Universal Tree of Life Is Not Reliable", Journal of Molecular Evolution 49 (1999), s. 510 )
California Üniversitesinden moleküler biyologlar James Lake, Ravi Jain ve Maria Rivera ise yine 1999 yılında şöyle yazmaktadırlar:
Bilim adamları farklı organizmalardan farklı genleri analiz etmeye başladıklarında, bunların birbirleri ile ilişkilerinin rRNA analizleri ile oluşturulan evrimsel hayat ağacı ile çeliştiğini gördüler. (James a. Lake, Ravi Jain, ve Maria C. Rivera, "Mix and Match in the Tree of Life", Science 283 (1999), s. 2027 )
RNA temelli karşılaştırmalar ile soy ağacı kurma konusunda öncü sayılan Illinois Üniversitesinden biyolog Carl Woese ise, UBA'nın yayını olan PNAS'ta (Proceedings of the National Academy of Sciences) yayınlanan bir makalesinde, söz konusu araştırmaların çelişkili sonuçları üzerine şu yorumu yapmaktadır:
Şimdiye dek üretilen birçok bireysel protein filogenisinden, organizmaya ilişkin tutarlı hiçbir filogeni ortaya çıkmamıştır. Filogenetik uyuşmazlıklar evrensel ağacın içinde, kökünde, içindeki temel dallarda, çeşitli gruplar arasında, birincil grupların kendi oluşumuna dek her yerde görülebilir. (Carl Woese, "The Universal Ancestor", Proceedings of the National Academy of Sciences USA 95 (1998), s. 6854 )
Biyolog Michael Lynch ise farklı genler üzerinde yapılan analizler kadar, aynı genler üzerinde yapılan farklı analizlerin dahi çelişkili sonuçlar getirdiğini belirtmektedir:
Farklı genler üzerinde yapılan analizlerle ve hatta filogenetik ağaçların bir çeşitlenmesini oluşturan aynı genler üzerinde yapılan farklı analizlerle ana hayvan filumlarının filogenetik ilişkilerine açıklık kazandırılması, içinden çıkılması güç bir problem oluşturmuştur. (Michael Lynch, "The Age and the Relationships of the Major Animal Phyla", Evolution 53 (1999), s. 323 )
Moleküler biyolog Michael Denton, moleküler seviyede yapılan karşılaştırmaların evrim teorisi ile çeliştiğini şöyle açıklamaktadır:
Ancak 1960'larda daha fazla protein dizilimi elde edildikçe, moleküllerin doğadaki ardışık düzen için hiçbir delil sağlamayacağı açıkça görüldü. Aksine moleküllerin, evrim için hiçbir delilin bulunmadığı hiyerarşik şemayı destekleyen geleneksel görüşü onayladıkları anlaşılmıştır. Dahası, sınıfların, matematiksel açıdan, en tutucu tipolojistlerin bile öngörebileceğinden, daha mükemmel olduğu ortaya çıktı. (Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis, 1985, s.277-278)
Dr. Schwabe, moleküler alanda evrime delil bulabilmek için uzun yıllarını vermiş bir bilim adamıdır. Özellikle insülin ve relaxin türü proteinler üzerinde incelemeler yaparak canlılar arasında evrimsel akrabalıklar kurmaya çalışmıştır. Fakat çalışmalarının hiçbir noktasında evrime herhangi bir delil elde edemediğini pek çok kereler itiraf etmek zorunda kalmıştır. Science dergisindeki bir makalesinde şöyle demektedir:
Moleküler evrim, evrimsel akrabalıkların ortaya çıkarılması için neredeyse paleontolojiden daha üstün bir metot olarak kabul edilmeye başlandı. Bir moleküler evrimci olarak bundan gurur duymam gerekirdi. Ama aksine, türlerin düzenli bir gelişme kaydettiğini göstermesi gereken moleküler benzerliklerin pek çok istisnası olması oldukça can sıkıcı görünüyor. Bu istisnalar o kadar çok ki, gerçekte, istisnaların ve tuhaflıkların daha önemli bir mesaj taşıdıklarını düşünüyorum. (Christian Schwabe, "On the Validity of Molecular Evolution", Trends in Biochemical Sciences, cilt 11, Temmuz 1986)
Durham Üniversitesi Biyolojik Bilimler Bölümü'nden Prof. Dr. Donald Boulter, amino asit dizilimleri üzerinde yapılan karşılaştırmaların evrim teorisinin varsayımları ile çelişkili sonuçlar verdiğini 1980 yılında şöyle açıklamıştır:
Omurgalılardaki sitokrom-c'nin amino asit dizilimlerinden elde edilen ilk sonuçlar fosil kanıtlarından türetilenlere benzer omurgalılar filogenisinin ana hatlarının oluşturulmasına yön verdi. Diğer proteinlerden elde edilen sonuçlar toparlandıkça bu çok umutlandırıcı başlangıç, kısa sürede daha az tatmin edici hale geldi. Farklı proteinlerin amino asit dizilim veri kümeleri her zaman aynı filogenetik yoruma uygun düşmemiş ya da temelde fosil ve morfolojik özelliklerden elde edilen kabul görmüş filogeniyle uyuşmamıştır. (Donald Boulter, "The Evaluation of Present Results", 1980, s235-236)
1998 yılında Science dergisinde Elizabeth Pennisi tarafından yayınlanan " Genome Data Shake Tree of Life " (Genom Verileri Hayata Ağacını Sarsıyor) başlıklı makalede, moleküler seviyede yapılan analizlerin, evrimciler tarafından kabul edilen sözde evrim ağacını sarstığı, sonuçların birbirleri ile çelişkili olduğu şöyle ortaya konuyordu:
O zamandan beri o (evrimci Carl Woese) ve diğerleri bir "yaşam ağacı" kurmak için hem büyük hem de küçük olmak üzere çok çeşitli canlının evrimsel ilişkilerini gösteren rRNA kıyaslarını kullanıyorlardı. Bu rRNA temelli ağaca göre milyarlarca yıl önce evrensel ortak bir ata iki mikrop dalına ayrılmıştı, archaea ve bakteriler (topluca prokaryotlar olarak adlandırılıyor). Daha sonra archaea'dan ökaryotlar gelişti. Ama dizilimleri yeni yapılan mikrobik genomlar ve bira mayası gibi ökaryotik genomlara yapılan kıyaslar bu düzenli resmi düzensizliğe götürüyor, bütün yaşamın sınıflandırılması hakkında şüpheler meydana getiriyor. (Elizabeth Pennisi, " Genome Data Shake Tree of Life", Science, Volume 280, Number 5364, 1 Mayıs 1998, s. 672-674. )
Pennisi, kaynama noktasına yakın bir ısıda yaşayan ve DNA dizilimi tamamlanan Aquifex aeolicus bakterisinin moleküler evrimcilerin karşılaştıkları problemleri somutlaştırdığını söylüyordu. Söz konusu bakteri üzerinde incelemeler yapan bilim adamlarından moleküler genetikçi Robert Feldman 1998 yılının Şubat ayında Kuzey Carolina Hilton Head'deki Mikrobal Genom Konferansında vardığı sonucu şöyle özetlemişti: "Kullanılan genlere bağlı olarak farklı filogenetik ağaçlar elde ediyorsunuz." (Elizabeth Pennisi, " Genome Data Shake Tree of Life", Science, Volume 280, Number 5364, 1 Mayıs 1998, s. 672-674. )
Makalede, bu araştırmanın sonucunda elde edilen bazı veriler şöyle özetleniyordu:
UBA'nın evrim teorisine kanıt olarak saydığı bilimsel veriler, gerçekte evrim teorisine kanıt olma özelliği taşımamaktadırlar. UBA ve diğer evrimciler önce evrim teorisini ispatlanmış bilimsel bir gerçek olarak kabul etmekte, sonra da bilimsel araştırma ve gözlemler sonucunda elde edilen bulguları, evrim teorisine göre değerlendirmektedirler. Bu değerlendirmelerini ise evrimin bir delili olarak sunmaktadırlar. İlerleyen sayfalarda detayları ile inceleneceği gibi, bunlar evrimcilerin kısır döngü mantıklarının örnekleridir.
Canlılar Arasındaki Moleküler Benzerliklerin Evrim Teorisinin Delili Olduğu Yanılgısı
Kitapçığın bu bölümündeki temel iddiaya göre, "çağdaş biyokimya ve moleküler biyolojide yaşanan buluşlar ortak bir atadan türeyişe deliller sunmaktadır". (Bilim ve Yaratılışçılık, s. 17) Kitapçıkta bu sözde delillere verilen ilk örnek ise, evrimci ön yargılarla türetilmiş bir varsayımdan başka bir şey değildir. UBA, nükleoit dizilerini amino asit dizilerine çeviren şifrenin tüm canlılarda aynı olmasını ve tüm canlıların proteinlerinin değişmeksizin aynı 20 amino asitten oluşmasını, canlıların ortak bir atadan türediği iddiasına delil olarak göstermektedir. Bu çok komik bir iddiadır. Evrimciler, önce evrim teorisini kesin bir gerçek olarak kabul etmekte, sonra elde ettikleri verileri evrim teorisine uygulamaya çalışmaktadırlar. Oysa tüm canlıların benzer özellik ve fonksiyonlara sahip olmaları ortak tasarımın varlığının bir delili olarak da değerlendirilebilir. Tüm canlıları tasarlayan ve yaratan tek bir Yaratıcı vardır, dolayısıyla hepsinin temelde benzer özellik ve yapılardan oluşuyor olması son derece doğaldır.
Miyoglobin, Hemoglobin Molekülünün Evrimsel Atası Değildir
"Moleküler Biyolojiden Gelen Yeni Kanıtlar" başlıklı bölümde, hemoglobin ve miyoglobin adlı moleküller örnek verilmekte ve bu iki molekül arasında evrimsel akrabalık olduğu öne sürülmektedir. UBA'nın kitapçığında yer alan iddia şöyledir:
Ne var ki, her zincirde miyoglobindekinin tıpatıp eşi bir hem grubu vardır ve hemoglobin molekülündeki her dört zincir de aynı miyoglobin gibi katlanır. Böylece bu iki molekülün yakın akrabalığı 1959 yılında ortaya konmuş oldu.
Hemoglobin ve miyoglobin adlı moleküllerin benzer özelliklere sahip oldukları doğrudur. Doğru olmayan, UBA'nın ve diğer evrimcilerin, bu benzerlikten yola çıkarak hemoglobinin miyoglobinden evrimleştiğini öne sürmeleridir. Bu iddiaları hiçbir bilimsel delile dayanmamaktadır, sadece evrimci ön yargılarının bir ürünüdür. Bunun nedenlerini sırasıyla inceleyelim:
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, miyoglobin ve hemoglobin, benzer görevleri olan iki moleküldür; hemoglobin kanda oksijen taşır, miyoglobin ise oksijeni hemoglobinden alır, dokulara ve gerekli yerlere ulaştırır. Dolayısıyla benzer görevleri olan iki protein molekülünün benzer yapılara sahip olacak şekilde tasarlanmış olması son derece doğaldır. Bir benzetme yaparsak, tüm taşıtlar benzer özelliklere sahiptirler; hemen hepsinin motoru, dümeni veya direksiyonu, tekerlekleri, taşınacak eşya veya insanlar için özel bölümleri bulunur. Açıktır ki, bu benzerliklerin nedeni, bu taşıtların her birinin belli bir amaç için özel olarak tasarlanmış olması ve bu amaca uygun ortak özelliklere sahip olmasıdır. Hemoglobin ve miyoglobin de benzer bir amaç için tasarlanmış olan moleküllerdir ve bu nedenle benzer özelliklere sahiptirler.
UBA'nın iddiasını biraz daha detaylı olarak incelediğimizde, imkansızlığını daha açık görebiliriz. Bu iddiaya göre, miyoglobin molekülü zaman içinde uğradığı mutasyonlar sonucunda evrimleşmiş, amino asit diziliminde farklılıklar oluşmuş ve böylece hemoglobin molekülü ortaya çıkmıştır. Ancak miyoglobin ve hemoglobin moleküllerinin son derece kompleks yapılara sahip oldukları bilinmektedir. Bu moleküllerden herhangi birinin, mutasyon gibi rastgele etkilere maruz kalması, mutasyonlarla ilgili bölümde de incelendiği gibi, bu molekülleri bozacak, işe yaramaz hale getirecektir. Orak hücre anemisi olarak bilinen hastalık bunun örneklerinden biridir. Bu hastalık, hemoglobin molekülünde meydana gelen bir mutasyon sonucunda ortaya çıkar ve oldukça ciddi sonuçları bulunmaktadır. Dolayısıyla, bir proteinin amino asit dizilimini rastgele değiştiren herhangi bir mutasyonun, bu proteini daha fazla özelliklere sahip, daha kompleks bir başka proteine dönüştürmesini beklemek, imkansıza inanmak olur. Evrimcilerin iddialarını kanıtlayabilmek için, miyoglobin ile hemoglobin arasındaki her geçiş aşamasının fonksiyonel (ve dahası bir önceki aşamadan daha yararlı) olması gereklidir ki, bu imkansızdır.
Evrim teorisini eleştiren Amerikalı kimyacı Dr. Robert Kofahl, hemoglobinin miyoglobinden evrimleştiği iddiasının imkansızlığı için şu yorumda bulunur:
Moleküler homoloji iddiasının iyi örneklerinden biri, insan dahil kara omurgalılarının sahip olduğu alfa ve beta hemoglobin molekülleridir. Bunların insan miyoglobinine benzeyen atasal bir miyoglobin molekülüyle homolog olduğu varsayılmaktadır. İki alfa ve iki beta hemoglobini, kanımızdaki oksijen ve karbondioksiti taşıyan olağanüstü hemoglobin molekülünü oluşturmak üzere iş birliği yapar. Ancak miyoglobin kaslarımızın içindeki oksijeni taşıyabilmek için tekli moleküller gibi davranır. (Evrimciler), ilk miyoglobin molekülünün evrimleşerek ... alfa ve beta hemoglobin molekülünü oluşturduğunu varsayarlar. Günümüzde, miyoglobin ve hemoglobin moleküllerinde bulduğumuz ise, özel ve üstün özelliklere sahip mükemmel bir tasarım mucizesidir. Hayali evrimsel değişim süresi boyunca, yarı evrimleşmiş moleküllerin faydalı fonksiyonlara hizmet edebileceğine ya da herhangi bir canlının kanında bu moleküllerle hayatta kalabileceğine dair herhangi bir delil var mı? Böyle bir bilgi yoktur. Modern omurgalılar bu moleküller içinde (sadece) çok küçük varyasyonları tolere edebilirler. Yani iddiaya göre homolog olan globin moleküllerinin farz edilen evrimsel tarihi bilim değil bir fantezidir." (Robert E. Kofahl, Probability and the Origin of Life, http://www.parentcompany.com/creation_essays/essay44.htm.)
Dr. Kofahl'ın da belirttiği gibi, UBA'nın moleküler homoloji konusundaki iddiaları, diğerleri gibi bilim değil, sadece fantezidir.
Ayrıca evrimcilerin açıklamaları, miyoglobin proteininin kökenine bir açıklama getirmemektedir. Hemoglobin miyoglobinden evrimleşmiştir demektedirler, ancak miyoglobinin nasıl oluştuğu konusu evrimciler açısından hala bir muammadır.
Moleküler Kıyaslamalar, Evrim Teorisinin Sözde Soy Ağacı İle Çelişmektedir
Bilim ve Yaratılışçılık kitapçığında, canlıların hemoglobin, miyoglobin veya sitokrom-c gibi proteinleri karşılaştırılarak evrimsel bir soy ağacı oluşturulabildiği ve bu ağacın paleontoloji ve anatomiden elde edilen verilerle uyumlu olduğu öne sürülmektedir. Bu iddia kitapçıkta şöyle ifade edilmektedir:
Değişik canlıların dizilimleri arasındaki farklar, canlılarda görülen hemoglobin ve miyoglobin varyasyonunu yansıtan bir aile ağacı oluşturmak için kullanılabilirdi. Bu ağaç, karşılaştırılan canlıların ortak bir atadan türediklerine ilişkin paleontolojiden ve anatomiden sağlanan gözlemlere tamamen uyuyordu.
…Enerji transferinde rolü olan sitokrom-c gibi diğer proteinlerin ve tripsin ile kimotripsin gibi sindirim proteinlerinin üç boyutlu yapılarından ve amino asit dizilimlerinden de benzer aile geçmişleri elde edilmiştir. Moleküler yapının incelenmesi, evrimsel ilişkilerin çalışılmasında yeni ve son derece güçlü bir araçtır. (Bilim ve Yaratılışçılık, s. 18)
UBA'nın, konu hakkındaki araştırma ve verileri yok sayarak, yukarıdaki gibi bir iddiada bulunması şaşırtıcıdır. Çünkü UBA'nın sözünü ettiği moleküler karşılaştırmalar, evrim teorisi için büyük sorunlar oluşturmakta, teorinin çelişkiler içerdiğini gözler önüne sermektedir. UBA'nın ve evrim teorisinin bu konudaki çelişki ve yanılgılarını incelemeden önce, moleküler karşılaştırmalar konusunda kısa bir bilgi verelim.
Canlıların yapı ve fonksiyonlarının bağlı olduğu protein molekülleri, amino asitlerden oluşurlar. Proteinlerde 20 tür amino asit vardır. Bu amino asitlerin belli bir sıra ile dizilmeleri sonucunda, farklı özellikleri olan proteinler oluşur. Örneğin bazı amino asitlerin belli bir sırada olmaları sonucunda midedeki yağı sindiren proteinler oluşurken, bir başka amino asit zinciri oksijen taşıyan protein molekülünü meydana getirir. Genellikle aynı tür içindeki aynı tür proteinin, amino asit dizilimi aynıdır. Ancak türler arasında, bir proteinin amino asit dizilimi değişebilmektedir. Örneğin kandaki oksijenin taşınmasını sağlayan hemoglobin adlı protein için durum böyledir. Birkaç tür arasında belli bir protein molekülündeki farklılıkların karşılaştırılması ve bu karşılaştırmalardan sonuç çıkartılması "moleküler homoloji" olarak adlandırılır. Örneğin, insan, fare ve atın hemoglobin moleküllerinin amino asit dizileri tespit edilip, birbirleri ile kıyaslanabilir. Evrimcilere göre, birbirlerine evrimsel açıdan daha yakın olduğu varsayılan türlerin protein dizileri de birbirine daha benzer olmalıdır. Söz gelimi, insan ile atın hemoglobin dizileri, fareye göre birbirine daha çok benzemelidir. Ne varki, bu yönde yapılan araştırmalar, moleküler düzeyde yapılan kıyaslamaların evrim teorisinin iddiaları ile tutarsızlık gösterdiğini ortaya koymuştur. Bu tutarsızlığı ortaya koyan araştırma sonuçlarından bazıları şöyledir:
* UBA'nın evrime delil olarak sunduğu sitokrom-c adlı molekül üzerinden yapılan kıyaslamalar, aslında evrimcileri hayal kırıklığına uğratan sonuçlar getirmiştir. Bu kıyaslamalar sonucunda kaplumbağa kuşlara, bir başka sürüngen olan yılandan daha yakın çıkmıştır. Oysa evrimcilerin iddiasına göre her ikisi de sürüngen olan kaplumbağa ve yılanın protein dizilimi birbirine daha yakın olmalıdır. (Francisco Ayala, "The Mechanisms of Evolution", Scientific American, V. 239, No. 3,1978, s. 56)
* Yine aynı araştırma sonucunda tavukların, ördeklerden çok penguenlerle benzerlik gösterdikleri tespit edilmiştir. İnsan ise, maymunlara değil, kangurulara daha yakın çıkmıştır. (Francisco Ayala, "The Mechanisms of Evolution", Scientific American, V. 239, No. 3,1978, s. 56)
* Popular Science dergisinin Ocak 2002 sayısındaki bir makalede, ördeğe benzeyen dalgıç kuşunun DNA'sının daha çok flamingoya benzediği ortaya konmuştur. (Popular Science, Ocak, 2002, )
* LH adlı hormonun amino asit dizisinin kıyaslanması sonucunda ise amfibiyenlerin evrim teorisinin iddia ettiği gibi, sürüngenlere değil memelilere daha yakın olduğu sonucu elde edilmiştir. (J.King ve R. Millar, "Heterogeneity of Vertebrate Luteinizing Hormone-Releasing Hormone", Science, V. 206, 1979, s. 67.)
* Alfa hemoglobin proteini üzerinden yapılan karşılaştırmalarda, timsah ile tavuğun en fazla % 15 ortak amino asit dizilimine sahip canlılar oldukları belirlenmiştir. Bir sonraki sırada ise engerek yılanı ile tavuk bulunmaktadır(%10,5). En fazla benzerlik göstermesi gereken iki sürüngen olan engerek yılanı ile timsah ise en düşük benzerliğe sahiptir(%5,6). Colin Patterson, bu örnek ile evrimsel varsayımların açıkça çürütüldüğünü belirtmiştir. (Luther D. Sunderland ve Gary E. Parker, Evolution? Prominent Scientist Reconsiders, Impact No:108 Haziran 1982, http://www.icr.org/pubs/imp/imp-108.htm)
* Miyoglobin karşılaştırmalarında ise, timsahlarla kertenkelelerin %10,5 benzerliğe sahip oldukları görülmüştür. Ancak, kertenkele tavuk ile de %10,5 benzerlik göstermektedir. Yani sürüngen/sürüngen kıyası, sürüngen/kuş kıyası ile aynıdır. (Luther D. Sunderland ve Gary E. Parker, Evolution? Prominent Scientist Reconsiders, Impact No:108 Haziran 1982, http://www.icr.org/pubs/imp/imp-108.htm)
* Lizozom ve süt albümini kıyaslamalarında ise, insanlar test edilen diğer memelilerden çok, tavuklara yakın çıkmıştır. (G. Brown, 1998. "Skeptics choke on Frog: Was Dawkins caught on the hop?", Answers in Genesis Prayer News (Australia), Nov. 1998, s. 3)
* Cambridge'ten Adrian Friday ve Martin Bishop ellerindeki "tetrapodların protein dizilimi" verilerini analiz etmişlerdir. Hayret verici bir şekilde, yaklaşık bütün örneklerde insan ve tavuk, birbirlerine en yakın akraba olarak eşleşmişlerdir. Bir sonraki en yakın akraba ise timsahtır. (Mike Benton, "Is a Dog More Like Lizard or a Chicken?", New Scientist, c. 103, 16 Ağustos 1984, s. 19)
* South Carolina Üniversitesi Tıp Fakültesinden biyokimya araştırmacısı Dr. Christian Schwabe'nin relaxinler üzerinde yaptığı çalışmalar oldukça ilginç sonuçlar ortaya koymuştur:
Yakın akraba olduğu bildirilen türlerin relaxinleri arasındaki yüksek değişkenliğin yanı sıra, domuzun ve balinanın relaxinleri bütünüyle aynıdır. Farelerden, Yeni Gine domuzundan, insandan ve domuzdan alınan moleküller, birbirlerinden yaklaşık %55 uzaktır. Buna rağmen insülin, insanı şempanzeden daha çok domuza yakın kılmaktadır. (Christian Schwabe, "Theoretical Limitations of Molecular Phylogenetics and the Evolution of Relaxins", Comparative Biochemical Physiology, cilt 107B, 1974, s.171-172)
* Bir 1996 yılı çalışmasında, 88 protein üzerinde yapılan analizler, tavşanları kemirgenler yerine primatlarla aynı grupta çıkarmıştır; 1998 yılındaki bir araştırmada 19 hayvan türünde 13 gen analiz edilmiş ve bunun sonucunda deniz kestaneleri omurgalılar arasında gruplanmış; bir başka 1998 araştırmasında ise 12 protein analiz edilmiş ve bunun sonucunda inekler atlardan çok balinalara yakın çıkmıştır. (Dan Graur, Laurent Duret, ve Manolo Gouy, "Phylogenetic Position of the Order Lagomorpha (rabbits, hares and allies)", Nature, 379 (1996). S. 333-335)
* Örneğin California Üniversitesinden Richard Holmquist, sitokrom-c üzerinde yaptığı çalışmalar sonucunda, evrim teorisine göre birbirlerine son derece yakın olmaları gereken amfibiyenlerle sürüngenler arasındaki biyokimyasal farkın, teoriye göre birbirlerinden çok daha uzak olan kuşlar ile balıklardan, memeliler ile balıklar veya memeliler ile böcekler arasındaki farklardan daha da büyük olduğunu ortaya koymuştur. Araştırmacının konu hakkındaki yorumu şöyledir:
Her iki durumda da, bu değişikliklerin büyüklüğüne ve zamanla ilişkisine bağlı olarak, bazı omurgalılarda birtakım anormallikler ortaya çıkmaktadır. Bu anormallikler "filogenetik ağaçlar" üzerinde evrimsel uyuşmazlığın gözle görünür olumsuzluğu olarak ya da bir organizmanın familya içinde taksonomik yerleşiminin yalnızca hatalı biçimde yapılmasıyla kendini gösterecektir...
...Ancak deniz kaplumbağası ve çıngıraklı yılan arasındaki her 100 kodon (DNA ya da RNA üzerinde, belirli bir amino asit için genetik kod formasyonunu sağlayan, üç komşu bazın belirlenmiş dizilimi) başına 21 amino asitlik farklılık, tavuk ve lampri (emici bir su hayvanı) arasındaki 17, at ve köpek balığı arasındaki 16 amino asitlik farklılık gibi birbirinden büyük ölçüde ayrılmış olan sınıfların temsilcileri arasındaki farklılıktan, hatta iki farklı filumdan gelen köpek ve vida kurdu sineği (screw worm fly) (yumurtalarını bazen insan ya da diğer hayvanların burun deliklerine ya da yaralı bölgelerine bırakarak ölümcül sonuçlara yol açan bir Amerikan sineği) arasındaki 15 amino asitlik farklılıktan dikkate değer şekilde büyüktür. (Juke & Holmquist, "Evolutionary Clock: Nonconstancy of Rate, in Different Species", 177 Science 530, 530 (1972)
Bu araştırmaların sayısı arttıkça, moleküler düzeyde yapılan karşılaştırmaların evrim teorisi ile çeliştiği daha da belirgin hale gelmektedir. Birçok evrimci biyolog bu gerçeği itiraf etmek zorunda kalmıştır. Örneğin Fransız biyologlar Hervé Philippe ve Patrick Forterre 1999 yılındaki bir makalelerinde "daha fazla dizi elde edildikçe görüldü ki protein filogenileri hem birbirleri ile hem de rRNA ağacı ile çelişmektedir." diyerek bu gerçeği itiraf etmektedirler. (Hervé Philippe ve Patrick Forterre, "The Rooting of the Universal Tree of Life Is Not Reliable", Journal of Molecular Evolution 49 (1999), s. 510 )
California Üniversitesinden moleküler biyologlar James Lake, Ravi Jain ve Maria Rivera ise yine 1999 yılında şöyle yazmaktadırlar:
Bilim adamları farklı organizmalardan farklı genleri analiz etmeye başladıklarında, bunların birbirleri ile ilişkilerinin rRNA analizleri ile oluşturulan evrimsel hayat ağacı ile çeliştiğini gördüler. (James a. Lake, Ravi Jain, ve Maria C. Rivera, "Mix and Match in the Tree of Life", Science 283 (1999), s. 2027 )
RNA temelli karşılaştırmalar ile soy ağacı kurma konusunda öncü sayılan Illinois Üniversitesinden biyolog Carl Woese ise, UBA'nın yayını olan PNAS'ta (Proceedings of the National Academy of Sciences) yayınlanan bir makalesinde, söz konusu araştırmaların çelişkili sonuçları üzerine şu yorumu yapmaktadır:
Şimdiye dek üretilen birçok bireysel protein filogenisinden, organizmaya ilişkin tutarlı hiçbir filogeni ortaya çıkmamıştır. Filogenetik uyuşmazlıklar evrensel ağacın içinde, kökünde, içindeki temel dallarda, çeşitli gruplar arasında, birincil grupların kendi oluşumuna dek her yerde görülebilir. (Carl Woese, "The Universal Ancestor", Proceedings of the National Academy of Sciences USA 95 (1998), s. 6854 )
Biyolog Michael Lynch ise farklı genler üzerinde yapılan analizler kadar, aynı genler üzerinde yapılan farklı analizlerin dahi çelişkili sonuçlar getirdiğini belirtmektedir:
Farklı genler üzerinde yapılan analizlerle ve hatta filogenetik ağaçların bir çeşitlenmesini oluşturan aynı genler üzerinde yapılan farklı analizlerle ana hayvan filumlarının filogenetik ilişkilerine açıklık kazandırılması, içinden çıkılması güç bir problem oluşturmuştur. (Michael Lynch, "The Age and the Relationships of the Major Animal Phyla", Evolution 53 (1999), s. 323 )
Moleküler biyolog Michael Denton, moleküler seviyede yapılan karşılaştırmaların evrim teorisi ile çeliştiğini şöyle açıklamaktadır:
Ancak 1960'larda daha fazla protein dizilimi elde edildikçe, moleküllerin doğadaki ardışık düzen için hiçbir delil sağlamayacağı açıkça görüldü. Aksine moleküllerin, evrim için hiçbir delilin bulunmadığı hiyerarşik şemayı destekleyen geleneksel görüşü onayladıkları anlaşılmıştır. Dahası, sınıfların, matematiksel açıdan, en tutucu tipolojistlerin bile öngörebileceğinden, daha mükemmel olduğu ortaya çıktı. (Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis, 1985, s.277-278)
Dr. Schwabe, moleküler alanda evrime delil bulabilmek için uzun yıllarını vermiş bir bilim adamıdır. Özellikle insülin ve relaxin türü proteinler üzerinde incelemeler yaparak canlılar arasında evrimsel akrabalıklar kurmaya çalışmıştır. Fakat çalışmalarının hiçbir noktasında evrime herhangi bir delil elde edemediğini pek çok kereler itiraf etmek zorunda kalmıştır. Science dergisindeki bir makalesinde şöyle demektedir:
Moleküler evrim, evrimsel akrabalıkların ortaya çıkarılması için neredeyse paleontolojiden daha üstün bir metot olarak kabul edilmeye başlandı. Bir moleküler evrimci olarak bundan gurur duymam gerekirdi. Ama aksine, türlerin düzenli bir gelişme kaydettiğini göstermesi gereken moleküler benzerliklerin pek çok istisnası olması oldukça can sıkıcı görünüyor. Bu istisnalar o kadar çok ki, gerçekte, istisnaların ve tuhaflıkların daha önemli bir mesaj taşıdıklarını düşünüyorum. (Christian Schwabe, "On the Validity of Molecular Evolution", Trends in Biochemical Sciences, cilt 11, Temmuz 1986)
Durham Üniversitesi Biyolojik Bilimler Bölümü'nden Prof. Dr. Donald Boulter, amino asit dizilimleri üzerinde yapılan karşılaştırmaların evrim teorisinin varsayımları ile çelişkili sonuçlar verdiğini 1980 yılında şöyle açıklamıştır:
Omurgalılardaki sitokrom-c'nin amino asit dizilimlerinden elde edilen ilk sonuçlar fosil kanıtlarından türetilenlere benzer omurgalılar filogenisinin ana hatlarının oluşturulmasına yön verdi. Diğer proteinlerden elde edilen sonuçlar toparlandıkça bu çok umutlandırıcı başlangıç, kısa sürede daha az tatmin edici hale geldi. Farklı proteinlerin amino asit dizilim veri kümeleri her zaman aynı filogenetik yoruma uygun düşmemiş ya da temelde fosil ve morfolojik özelliklerden elde edilen kabul görmüş filogeniyle uyuşmamıştır. (Donald Boulter, "The Evaluation of Present Results", 1980, s235-236)
1998 yılında Science dergisinde Elizabeth Pennisi tarafından yayınlanan " Genome Data Shake Tree of Life " (Genom Verileri Hayata Ağacını Sarsıyor) başlıklı makalede, moleküler seviyede yapılan analizlerin, evrimciler tarafından kabul edilen sözde evrim ağacını sarstığı, sonuçların birbirleri ile çelişkili olduğu şöyle ortaya konuyordu:
O zamandan beri o (evrimci Carl Woese) ve diğerleri bir "yaşam ağacı" kurmak için hem büyük hem de küçük olmak üzere çok çeşitli canlının evrimsel ilişkilerini gösteren rRNA kıyaslarını kullanıyorlardı. Bu rRNA temelli ağaca göre milyarlarca yıl önce evrensel ortak bir ata iki mikrop dalına ayrılmıştı, archaea ve bakteriler (topluca prokaryotlar olarak adlandırılıyor). Daha sonra archaea'dan ökaryotlar gelişti. Ama dizilimleri yeni yapılan mikrobik genomlar ve bira mayası gibi ökaryotik genomlara yapılan kıyaslar bu düzenli resmi düzensizliğe götürüyor, bütün yaşamın sınıflandırılması hakkında şüpheler meydana getiriyor. (Elizabeth Pennisi, " Genome Data Shake Tree of Life", Science, Volume 280, Number 5364, 1 Mayıs 1998, s. 672-674. )
Pennisi, kaynama noktasına yakın bir ısıda yaşayan ve DNA dizilimi tamamlanan Aquifex aeolicus bakterisinin moleküler evrimcilerin karşılaştıkları problemleri somutlaştırdığını söylüyordu. Söz konusu bakteri üzerinde incelemeler yapan bilim adamlarından moleküler genetikçi Robert Feldman 1998 yılının Şubat ayında Kuzey Carolina Hilton Head'deki Mikrobal Genom Konferansında vardığı sonucu şöyle özetlemişti: "Kullanılan genlere bağlı olarak farklı filogenetik ağaçlar elde ediyorsunuz." (Elizabeth Pennisi, " Genome Data Shake Tree of Life", Science, Volume 280, Number 5364, 1 Mayıs 1998, s. 672-674. )
Makalede, bu araştırmanın sonucunda elde edilen bazı veriler şöyle özetleniyordu:
Hücre bölünmesine yardım eden FtsY adlı proteinin geni, Aquifex'i toprak mikrobu Bacillus subtilus'a yakın bir yere yerleştirdi. Oysa her ikisinin de bakteriyel ağacın farklı dallarından geldikleri varsayılıyordu. Daha da kötüsü, tryptophan adlı amino asidi sentezlemekte kullanılan bir enzimi kodlayan gen, Aquifex'i archaea'larla ilişkili gösterdi. Diversa ekibinin archaea hakkında bulduğu tek anormallik bu da değildi. DNA'nın yapıtaşlarını inşa etmede yardımcı olan, CTP sentezini enzimini şifreleyen gen analizleri archaea'yı evrimleşen diğer bütün organizmaların dışına atar ve rRNA ağacının ileri sürdüğü gibi tutarlı ve farklı bir grup olmadıklarını ileri sürer. (Elizabeth Pennisi, " Genome Data Shake Tree of Life", Science, Volume 280, Number 5364, 1 Mayıs 1998, s. 672-674. )
Pennisi'nin makalesinde görüşü belirtilen bilim adamlarından bir diğeri olan Ohio State Üniversitesi'nden mikrobiyolog John Reeves ise bu konu hakkında şöyle demektedir:
Daha önce rRNA ağaçları, canlıların (yaşam tarihi) ağacı ile denkleştirilmeye çalışılıyordu. Ancak tüm genomlara baktığınızda rRNA ağacıyla aynı sonucu vermeyen genlerle karşılaşıyorsunuz. (Elizabeth Pennisi, " Genome Data Shake Tree of Life", Science, Volume 280, Number 5364, 1 May?s 1998, s. 672-674. )

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder