Türleşme'nin evrim teorisini destekler hiçbir yönü yoktur. Çünkü evrim teorisi, canlı türlerinin hepsinin basitten komplekse doğru rastlantılar yoluyla türediği iddiasındadır...
Bilim ve Yaratılışçılık kitabında, evrimcilerin klasik yanılgılarından biri olan türleşme konusu da yer almaktadır (Bilim ve Yaratılışçılık, s. 10). Bilim ve Yaratılışçılık kitabına göre, "bilim insanları yeni türlerin oluşum sürecini anlayabilmişlerdir". Buna göre, coğrafi izolasyona maruz kalan, yani birbirinden coğrafi sınırlarla ayrılan canlılar mutasyon, doğal seçilim ve diğer süreçlerin sonucunda genetik olarak diğer ayrıldıkları gruptan farklılaşmakta ve bunun sonucunda yeni türler ortaya çıkmaktadır. Oysa, burada sözü edilen süreç, yeni türlerin ortaya çıkması değil, varyasyon yani bir tür içinde farklı çeşitlerin meydana gelmesidir. Evrimcilerin bu konudaki kullandıkları yanıltma, gerçekte tartışmalı bir kavram olan "tür"ü, kendi teorilerinin gerektirdiği şekilde kullanmalarıdır.
Biyolojinin farklı alanlarından çeşitli uzmanların öne sürdükleri pek çok tür tanımı vardır. Biyolog John Endler, bu farklı tanımların yol açtığı karışıklık için şu yorumu yapar:
Türler, organik çeşitliliği tanımlamak için oluşturulmuş araçlardır. Değişik amaçlar için yapılmış çeşitli ekskiler olduğu gibi, farklı amaçlara en uygun farklı tür kavramları vardır... Değişik organizma grupları üzerinde çalışan farklı insanların 'tür' ile farklı şeyleri ifade etmek istemeleri yüzünden sık sık karışıklık ve anlaşmazlık meydana gelmektedir. (J.A. Endler, "Conceptual and Other Problems in Speciation", s. 625, D. Otte, J.A. Endler (editors), Speciation and Its Consequences, Sinauer Associates, Sunderland, Massachusetts, 1989.)
Darwinizm'in Türkiye'deki önde gelen sözcülerinden Ali Demirsoy da, söz konusu gerçek hakkında şunları dile getirir:
Hayvanların ve bitkilerin sınıflandırılmasında temel birim olarak alınan türün, diğer türlerle ayrılımı hangi sınırlarda olmalıdır sorusu, yani 'Tür Tanımı', biyolojinin en zor yanıtlanabilen sorularından biridir. Hayvan ve bitki gruplarının tümü için geçerli olabilecek bir tür tanımı vermek, bugünkü bilgilerimizle olanaksız görülmektedir. (Prof. Dr. Ali Demirsoy, Yaşamın Temel Kuralları, Cilt I / Kısım I, 11. bask?, Meteksan Yayınları, Ankara, 1998, s. 624)
'Tür' dendiğinde insanların aklına çoğu zaman köpek, at, örümcek, yunus, elma gibi 'canlı tipleri' gelir. Evrim teorisinin 'türlerin kökeni' iddiası ise, insanlara bu canlı tiplerinin kökenini çağrıştırır. Oysa biyologlar tür kavramını biraz daha farklı tanımlarlar. Çağdaş biyolojiye göre en genel anlamıyla bir canlı türü, kendi içinde çiftleşen ve çoğalabilen bireylerden oluşan bir popülasyondur. Bu tanım, günlük hayatta sanki tek bir tür gibi söz ettiğimiz canlı tiplerini çok daha fazla türlere ayırır. Örneğin örümceklerin yaklaşık 34 bin türü tanımlanmıştır. (M. Encarta Encyclopedia 2001 Deluxe Edition CD, "Spider (arthropod)")
Evrimin türleşme aldatmacasını anlamak içinse, önce 'coğrafi izolasyon'u belirtmek gerekir: Her canlı türü içinde, genetik varyasyondan kaynaklanan farklılıklar vardır. Eğer bu türe ait canlıların arasına dağ, nehir, deniz gibi coğrafi bir engel girerse, yani birbirlerinden 'izole' olurlarsa, o zaman birbirinden kopmuş olan bu iki grubun içinde büyük olasılıkla farklı varyasyonlar ağır basmaya başlar.4 Örneğin, bir grupta, daha koyu renkli ve uzun tüylü olan A varyasyonu ağırlık kazanır, diğerinde ise daha kısa tüylü ve açık renkli olan B varyasyonu baskın çıkar. Bu popülasyonlar ne kadar ayrı kalırlarsa, A ve B karakterleri de o kadar keskinleşir. Aynı türe ait olmalarına rağmen, aralarında belirgin morfolojik farklar bulunan bu gibi varyasyonlara 'alt tür' adı verilir.
Türleşme iddiası buradan sonra devreye girer. Bazen, coğrafi izolasyon yoluyla birbirlerinden kopmuş olan A ve B varyasyonları, bir şekilde yeniden biraraya getirildiklerinde, birbirleri ile çiftleşmezler. Çiftleşmedikleri için de, modern biyolojinin 'tür' tanımlamasına göre, 'alt tür' olmaktan çıkıp, 'ayrı türler' haline gelmiş olurlar. Buna 'türleşme' (speciation) adı verilir.
Evrimciler ise, bu kavramı alıp hemen şu çıkarımı yaparlar: 'Doğada türleşme var, yani yeni canlı türleri doğal mekanizmalarla oluşuyor, demek ki tüm türler bu şekilde oluşmuş'. Oysa bu çıkarımda çok büyük bir aldatmaca gizlidir.
Bu aldatmacanın iki önemli noktası şöyledir:
1) Birbirlerinden izole olan A ve B varyasyonları, biraraya geldiklerinde çiftleşmiyor olabilirler. Ama bu olgu çoğu zaman 'çiftleşme davranışı'ndan kaynaklanır. Yani A ve B varyasyonuna ait bireyler, diğer varyasyon kendilerine yabancı göründüğü için, onu 'kendilerine yakın bulmadıkları' için çiftleşmezler. Ancak çiftleşmelerini engelleyecek bir genetik uyumsuzluk yoktur. Dolayısıyla aslında genetik bilgi açısından hala aynı türe aittirler. (Nitekim bu nedenle 'tür' kavramı biyolojide tartışma konusu olmaya devam etmektedir.)
2)Asıl önemli nokta ise, söz konusu 'türleşme'nin, bir genetik bilgi artışı değil, aksine genetik bilgi kaybı anlamına gelmesidir. Ayrışmanın nedeni, varyasyonlardan birinin veya her ikisinin yeni bir genetik bilgi edinmiş olmaları değildir. Böyle bir genetik bilgi eklenmesi yoktur. Örneğin iki varyasyondan herhangi biri yeni bir proteine, yeni bir enzime, yeni organa kavuşmuş değildir. Ortada bir 'gelişme' yoktur. Aksine, daha önceden farklı genetik bilgileri aynı anda barındıran popülasyon (örneğimize göre, hem uzun hem de kısa tüy özelliğini, hem koyu hem de açık renk özelliğini barındıran popülasyon) yerine, şimdi genetik bilgi yönünden daha fakirleşmiş iki ayrı popülasyon vardır.
Dolayısıyla 'türleşme'nin evrim teorisini destekler hiçbir yönü yoktur. Çünkü evrim teorisi, canlı türlerinin hepsinin basitten komplekse doğru rastlantılar yoluyla türediği iddiasındadır. Dolayısıyla bu teorinin dikkate alınabilmesi için, ortaya 'genetik bilgiyi artırıcı mekanizmalar' koyabilmesi gerekir. Gözü, kulağı, kalbi, akciğeri, kanatları, ayakları veya diğer organ ve sistemleri olmayan canlıların, nasıl bunları kazandıklarını, bu organ ve sistemleri tanımlayan genetik bilginin nereden geldiğini açıklayabilmesi gerekir. Zaten var olan bir canlı türünün genetik bilgi kaybına uğrayarak ikiye bölünmesi, kuşkusuz bununla hiçbir ilgisi olmayan bir olgudur.
Bu ilgisizlik aslında evrimciler tarafından da kabul edilir. Bu nedenle evrimciler, bir türün kendi içindeki varyasyonlarını ve 'ikiye bölünerek türleşme' örneklerini 'mikro evrim' olarak tanımlarlar. Mikro evrim, zaten var olan bir türün içindeki çeşitlenmeler anlamında kullanılmaktadır. Ancak bu tanımda 'evrim' ifadesinin geçirilmesi bütünüyle maksatlı olarak yapılmış bir aldatmacadır. Çünkü mikro bile olsa ortada evrim gibi bir süreç yoktur. Durum, o türün gen havuzunda var olan genetik bilginin farklı bireylerdeki dağılımından, değişik kombinasyonlarından ibarettir.
Cevaplanması istenen sorular ise şunlardır: Canlı kategorileri ilk başta nasıl oluşmuştur? Monera, protista, mantarlar, bitkiler ve hayvanlar alemi yeryüzünde nasıl ortaya çıkmıştır? Türlerin daha üst kategorileri olan filumlar, sınıflar, takımlar, aileler (örneğin memeliler, kuşlar, eklem bacaklılar, yumuşakçalar gibi temel kategoriler) ilk başta nasıl meydana gelmiştir? Evrimcilerin asıl açıklamaları gereken konular işte bunlardır.
Evrimciler bu gibi temel kategorilerin kökeniyle ilgili teorilerine 'makro evrim' derler. Aslında evrim teorisi derken kastedilen ve tartışılan kavram da makro evrimdir. Çünkü mikro evrim denen genetik çeşitlenmeler, gözlemlenen ve herkes tarafından kabul edilen biyolojik bir olgudur ve yukarıda da belirttiğimiz gibi bu olgunun -evrimciler her ne kadar tanımın içine 'evrim' ifadesini yerleştirmişlerse de- evrimle hiçbir ilgisi yoktur. Makro evrim iddiasının ise ne gözlemsel biyoloji ne de fosil kayıtları açısından hiçbir kanıtı bulunmamaktadır.
İşte burada çok önemli bir 'püf nokta' vardır. Konu hakkında yeterli bilgisi olmayanlar, 'mikro evrim kısa bir zaman dilimi içinde gerçekleştiğine göre, on milyonlarca yıl içinde de makro evrim gerçekleşir' gibi bir yanılgıya kapılırlar. Bazı evrimciler de aynı yanılgıya düşer veya bu yanılgıyı kullanarak insanları evrim teorisine inandırmaya çalışırlar. Charles Darwin'in Türlerin Kökeni'nde öne sürdüğü tüm sözde 'evrim delilleri' bu şekildedir. Ondan sonra gelen evrimcilerin öne sürdükleri örnekler de bu doğrultudadır. Tüm bu örneklerde evrimcilerin 'mikro evrim' diye tanımladıkları genetik çeşitlenmenin, yine 'makro evrim' diye tanımladıkları teorinin delili olarak kullanılması söz konusudur.
Bu yanılgının mantığını anlatmak için bir örnek verelim. Eğer birisi size şöyle bir mantık kursa, ne düşünürsünüz: "Bir tabancadan havaya doğru sıkılan kurşun, saatte 400 kilometre hızla ilerler. Dolayısıyla kısa süre sonra atmosferden çıkıp Ay'a varacak, ilerleyen haftalarda ise Mars gezegeninin yüzeyine ulaşacaktır."
Eğer birisi size böyle bir iddiada bulunursa, bunun çok basit bir aldatmaca olduğunu anlarsınız. İddiayı öne süren kişi, sadece çok dar bir gözlemi (kurşunun tabancadan çıkış hızını) dile getirmekte, buna karşılık kurşunun ilerlemesini sınırlandıran yerçekimi ve havanın sürtünmesi gibi iki temel gerçeği kasten gizlemektedir. İşte evrimciler de tüm 'mikro evrimden makro evrime delil çıkarma' girişimlerinde aynı yöntemi kullanırlar.
Tüm bu mikro evrim-makro evrim tartışmasının ve evrimci 'türleşme' hikayelerinin özet sonucu ise şudur: Canlılar, yeryüzünde birbirinden farklı yapılara sahip 'tipler' olarak ortaya çıkmışlardır. (Fosil kayıtları bunu kanıtlamaktadır.) Bu tiplerin içinde, genetik havuzlarının zenginliği sayesinde farklı varyasyonlar ve alt türler oluşabilmektedir. Örneğin 'tavşan' tipinin kendi içinde, beyaz tüylü, gri tüylü, uzun kulaklı, daha kısa kulaklı gibi çeşitlenmeleri olmakta ve bu farklı çeşitlenmeler, kendilerine hangi doğal şartlar uygunsa dünyaya o şekilde yayılmaktadırlar. Ama tipler hiçbir zaman birbirlerine dönüşmemektedir. Bunu yapabilecek, yeni tipler tasarlayabilecek, bunlar için yeni organlar, sistemler, vücut planları oluşturacak bir doğal mekanizma yoktur. Her tip, kendi özgün yapısıyla yaratılmıştır ve Allah tümünü zengin bir varyasyon potansiyeli ile var ettiği için, her tip kendi içinde zengin ama sınırlı bir çeşitlenme ortaya çıkarmaktadır.
Biyolojinin farklı alanlarından çeşitli uzmanların öne sürdükleri pek çok tür tanımı vardır. Biyolog John Endler, bu farklı tanımların yol açtığı karışıklık için şu yorumu yapar:
Türler, organik çeşitliliği tanımlamak için oluşturulmuş araçlardır. Değişik amaçlar için yapılmış çeşitli ekskiler olduğu gibi, farklı amaçlara en uygun farklı tür kavramları vardır... Değişik organizma grupları üzerinde çalışan farklı insanların 'tür' ile farklı şeyleri ifade etmek istemeleri yüzünden sık sık karışıklık ve anlaşmazlık meydana gelmektedir. (J.A. Endler, "Conceptual and Other Problems in Speciation", s. 625, D. Otte, J.A. Endler (editors), Speciation and Its Consequences, Sinauer Associates, Sunderland, Massachusetts, 1989.)
Darwinizm'in Türkiye'deki önde gelen sözcülerinden Ali Demirsoy da, söz konusu gerçek hakkında şunları dile getirir:
Hayvanların ve bitkilerin sınıflandırılmasında temel birim olarak alınan türün, diğer türlerle ayrılımı hangi sınırlarda olmalıdır sorusu, yani 'Tür Tanımı', biyolojinin en zor yanıtlanabilen sorularından biridir. Hayvan ve bitki gruplarının tümü için geçerli olabilecek bir tür tanımı vermek, bugünkü bilgilerimizle olanaksız görülmektedir. (Prof. Dr. Ali Demirsoy, Yaşamın Temel Kuralları, Cilt I / Kısım I, 11. bask?, Meteksan Yayınları, Ankara, 1998, s. 624)
'Tür' dendiğinde insanların aklına çoğu zaman köpek, at, örümcek, yunus, elma gibi 'canlı tipleri' gelir. Evrim teorisinin 'türlerin kökeni' iddiası ise, insanlara bu canlı tiplerinin kökenini çağrıştırır. Oysa biyologlar tür kavramını biraz daha farklı tanımlarlar. Çağdaş biyolojiye göre en genel anlamıyla bir canlı türü, kendi içinde çiftleşen ve çoğalabilen bireylerden oluşan bir popülasyondur. Bu tanım, günlük hayatta sanki tek bir tür gibi söz ettiğimiz canlı tiplerini çok daha fazla türlere ayırır. Örneğin örümceklerin yaklaşık 34 bin türü tanımlanmıştır. (M. Encarta Encyclopedia 2001 Deluxe Edition CD, "Spider (arthropod)")
Evrimin türleşme aldatmacasını anlamak içinse, önce 'coğrafi izolasyon'u belirtmek gerekir: Her canlı türü içinde, genetik varyasyondan kaynaklanan farklılıklar vardır. Eğer bu türe ait canlıların arasına dağ, nehir, deniz gibi coğrafi bir engel girerse, yani birbirlerinden 'izole' olurlarsa, o zaman birbirinden kopmuş olan bu iki grubun içinde büyük olasılıkla farklı varyasyonlar ağır basmaya başlar.4 Örneğin, bir grupta, daha koyu renkli ve uzun tüylü olan A varyasyonu ağırlık kazanır, diğerinde ise daha kısa tüylü ve açık renkli olan B varyasyonu baskın çıkar. Bu popülasyonlar ne kadar ayrı kalırlarsa, A ve B karakterleri de o kadar keskinleşir. Aynı türe ait olmalarına rağmen, aralarında belirgin morfolojik farklar bulunan bu gibi varyasyonlara 'alt tür' adı verilir.
Türleşme iddiası buradan sonra devreye girer. Bazen, coğrafi izolasyon yoluyla birbirlerinden kopmuş olan A ve B varyasyonları, bir şekilde yeniden biraraya getirildiklerinde, birbirleri ile çiftleşmezler. Çiftleşmedikleri için de, modern biyolojinin 'tür' tanımlamasına göre, 'alt tür' olmaktan çıkıp, 'ayrı türler' haline gelmiş olurlar. Buna 'türleşme' (speciation) adı verilir.
Evrimciler ise, bu kavramı alıp hemen şu çıkarımı yaparlar: 'Doğada türleşme var, yani yeni canlı türleri doğal mekanizmalarla oluşuyor, demek ki tüm türler bu şekilde oluşmuş'. Oysa bu çıkarımda çok büyük bir aldatmaca gizlidir.
Bu aldatmacanın iki önemli noktası şöyledir:
1) Birbirlerinden izole olan A ve B varyasyonları, biraraya geldiklerinde çiftleşmiyor olabilirler. Ama bu olgu çoğu zaman 'çiftleşme davranışı'ndan kaynaklanır. Yani A ve B varyasyonuna ait bireyler, diğer varyasyon kendilerine yabancı göründüğü için, onu 'kendilerine yakın bulmadıkları' için çiftleşmezler. Ancak çiftleşmelerini engelleyecek bir genetik uyumsuzluk yoktur. Dolayısıyla aslında genetik bilgi açısından hala aynı türe aittirler. (Nitekim bu nedenle 'tür' kavramı biyolojide tartışma konusu olmaya devam etmektedir.)
2)Asıl önemli nokta ise, söz konusu 'türleşme'nin, bir genetik bilgi artışı değil, aksine genetik bilgi kaybı anlamına gelmesidir. Ayrışmanın nedeni, varyasyonlardan birinin veya her ikisinin yeni bir genetik bilgi edinmiş olmaları değildir. Böyle bir genetik bilgi eklenmesi yoktur. Örneğin iki varyasyondan herhangi biri yeni bir proteine, yeni bir enzime, yeni organa kavuşmuş değildir. Ortada bir 'gelişme' yoktur. Aksine, daha önceden farklı genetik bilgileri aynı anda barındıran popülasyon (örneğimize göre, hem uzun hem de kısa tüy özelliğini, hem koyu hem de açık renk özelliğini barındıran popülasyon) yerine, şimdi genetik bilgi yönünden daha fakirleşmiş iki ayrı popülasyon vardır.
Dolayısıyla 'türleşme'nin evrim teorisini destekler hiçbir yönü yoktur. Çünkü evrim teorisi, canlı türlerinin hepsinin basitten komplekse doğru rastlantılar yoluyla türediği iddiasındadır. Dolayısıyla bu teorinin dikkate alınabilmesi için, ortaya 'genetik bilgiyi artırıcı mekanizmalar' koyabilmesi gerekir. Gözü, kulağı, kalbi, akciğeri, kanatları, ayakları veya diğer organ ve sistemleri olmayan canlıların, nasıl bunları kazandıklarını, bu organ ve sistemleri tanımlayan genetik bilginin nereden geldiğini açıklayabilmesi gerekir. Zaten var olan bir canlı türünün genetik bilgi kaybına uğrayarak ikiye bölünmesi, kuşkusuz bununla hiçbir ilgisi olmayan bir olgudur.
Bu ilgisizlik aslında evrimciler tarafından da kabul edilir. Bu nedenle evrimciler, bir türün kendi içindeki varyasyonlarını ve 'ikiye bölünerek türleşme' örneklerini 'mikro evrim' olarak tanımlarlar. Mikro evrim, zaten var olan bir türün içindeki çeşitlenmeler anlamında kullanılmaktadır. Ancak bu tanımda 'evrim' ifadesinin geçirilmesi bütünüyle maksatlı olarak yapılmış bir aldatmacadır. Çünkü mikro bile olsa ortada evrim gibi bir süreç yoktur. Durum, o türün gen havuzunda var olan genetik bilginin farklı bireylerdeki dağılımından, değişik kombinasyonlarından ibarettir.
Cevaplanması istenen sorular ise şunlardır: Canlı kategorileri ilk başta nasıl oluşmuştur? Monera, protista, mantarlar, bitkiler ve hayvanlar alemi yeryüzünde nasıl ortaya çıkmıştır? Türlerin daha üst kategorileri olan filumlar, sınıflar, takımlar, aileler (örneğin memeliler, kuşlar, eklem bacaklılar, yumuşakçalar gibi temel kategoriler) ilk başta nasıl meydana gelmiştir? Evrimcilerin asıl açıklamaları gereken konular işte bunlardır.
Evrimciler bu gibi temel kategorilerin kökeniyle ilgili teorilerine 'makro evrim' derler. Aslında evrim teorisi derken kastedilen ve tartışılan kavram da makro evrimdir. Çünkü mikro evrim denen genetik çeşitlenmeler, gözlemlenen ve herkes tarafından kabul edilen biyolojik bir olgudur ve yukarıda da belirttiğimiz gibi bu olgunun -evrimciler her ne kadar tanımın içine 'evrim' ifadesini yerleştirmişlerse de- evrimle hiçbir ilgisi yoktur. Makro evrim iddiasının ise ne gözlemsel biyoloji ne de fosil kayıtları açısından hiçbir kanıtı bulunmamaktadır.
İşte burada çok önemli bir 'püf nokta' vardır. Konu hakkında yeterli bilgisi olmayanlar, 'mikro evrim kısa bir zaman dilimi içinde gerçekleştiğine göre, on milyonlarca yıl içinde de makro evrim gerçekleşir' gibi bir yanılgıya kapılırlar. Bazı evrimciler de aynı yanılgıya düşer veya bu yanılgıyı kullanarak insanları evrim teorisine inandırmaya çalışırlar. Charles Darwin'in Türlerin Kökeni'nde öne sürdüğü tüm sözde 'evrim delilleri' bu şekildedir. Ondan sonra gelen evrimcilerin öne sürdükleri örnekler de bu doğrultudadır. Tüm bu örneklerde evrimcilerin 'mikro evrim' diye tanımladıkları genetik çeşitlenmenin, yine 'makro evrim' diye tanımladıkları teorinin delili olarak kullanılması söz konusudur.
Bu yanılgının mantığını anlatmak için bir örnek verelim. Eğer birisi size şöyle bir mantık kursa, ne düşünürsünüz: "Bir tabancadan havaya doğru sıkılan kurşun, saatte 400 kilometre hızla ilerler. Dolayısıyla kısa süre sonra atmosferden çıkıp Ay'a varacak, ilerleyen haftalarda ise Mars gezegeninin yüzeyine ulaşacaktır."
Eğer birisi size böyle bir iddiada bulunursa, bunun çok basit bir aldatmaca olduğunu anlarsınız. İddiayı öne süren kişi, sadece çok dar bir gözlemi (kurşunun tabancadan çıkış hızını) dile getirmekte, buna karşılık kurşunun ilerlemesini sınırlandıran yerçekimi ve havanın sürtünmesi gibi iki temel gerçeği kasten gizlemektedir. İşte evrimciler de tüm 'mikro evrimden makro evrime delil çıkarma' girişimlerinde aynı yöntemi kullanırlar.
Tüm bu mikro evrim-makro evrim tartışmasının ve evrimci 'türleşme' hikayelerinin özet sonucu ise şudur: Canlılar, yeryüzünde birbirinden farklı yapılara sahip 'tipler' olarak ortaya çıkmışlardır. (Fosil kayıtları bunu kanıtlamaktadır.) Bu tiplerin içinde, genetik havuzlarının zenginliği sayesinde farklı varyasyonlar ve alt türler oluşabilmektedir. Örneğin 'tavşan' tipinin kendi içinde, beyaz tüylü, gri tüylü, uzun kulaklı, daha kısa kulaklı gibi çeşitlenmeleri olmakta ve bu farklı çeşitlenmeler, kendilerine hangi doğal şartlar uygunsa dünyaya o şekilde yayılmaktadırlar. Ama tipler hiçbir zaman birbirlerine dönüşmemektedir. Bunu yapabilecek, yeni tipler tasarlayabilecek, bunlar için yeni organlar, sistemler, vücut planları oluşturacak bir doğal mekanizma yoktur. Her tip, kendi özgün yapısıyla yaratılmıştır ve Allah tümünü zengin bir varyasyon potansiyeli ile var ettiği için, her tip kendi içinde zengin ama sınırlı bir çeşitlenme ortaya çıkarmaktadır.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder